31 Mayıs 2013 Cuma

Antibiotik kullanımı

Geçen gün gazetede okuduğuma göre Türkiye antibiotik kullanımında listenin üst sıralarında yer alıyormuş.
Bizim Türkiye'deki çocuk doktroumuz çocuklara antibiotik vermemesiyle ünlü. Mümkün olduğunca çocukların immün sistemlerinin gelişmesi için onları ilaçlardan uzak tutuyor.
Kızım Ada doğduğunda, oğlum Ege kreşe yeni başlamıştı ve sürekli nezle olup daha sonra da Ada'ya bulaştırıyordu. Ada'nın burun akıntısı ve öksürükleri çok nadir kesiliyordu. Her seferinde büyük bir telaşla doktora koşuyordum ve hep aynı cevabı alıyordum: "Odası serin olsun, burnu tıkanmasın."
Odasının serin olmasından kastettiği yazın 21, kışın ise 18 derece. Bunun uygulaması kolay birşey olmadığını biliyordum ve uygulayamıyordum. Ama elimden geldiğince odasının soğuk olmasına gayret ediyordum.
Macaristan'a gelince Ada da kreşe başladı. Başlar başlamaz hasta oldu. Artık hastalıklarına o kadar alışmıştıkki normalde doktora gitmezdik ama tesadüfen Ada hasta olmadan önce tanışmak için bir doktordan randevu almıştım. Hasta olunca da gitmek şart oldu.
Gider gitmez doktor Ada'ya antibiotik yazdı. Tabiki benim moralim bozuldu, ben o kadar alışkınımki hasta olmasına ve bu hastalıklarda ilaç kullanmamaya, ne yapacağımı şaşırdım. Hemen Türkiye'deki doktoru aradım, "sakın kullanma, dışarı çıkıp hava aldır" dedi. Bu arada aylardan şubattı ve her yer karlıydı. Ama gerçekten de soğuk havanın etkisiyle burnunun tıkanıklığı geçti ve hastalığı toparladı. Bir ay sonra yine Ada hasta oldu, yine doktora gidildi, yine antibiotik yazıldı ve TÜrkiye'deki doktorumuz yine kullandırmadı ve Ada maaşallah toparladı.
Daha sonra Macaristan'daki doktorumuz, kendisinin antibiotiği Macaristan'daki diğer doktorlara göre daha az verdiğinden söz etti. Eğer o az yazıyorsa bu ilacı, diğer doktorları düşünemiyorum bile.
Şimdi şu başta bahsettiğim haberin ne kadar doğru olduğunu düşünüyorum ve şüphe duyuyorum.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Parktaki şaşkınlık

Ege ile birlikte yakınımızda bulunan büyük bir parka gittik. Park, havanın güzel olması nedeniyle çok kalabalıktı. Grup halinde gelmiş Uzakdoğu'lu bir kaç anne ve çocukları da parkta oynuyorlardı.
Ege de etrafta koşturuyor, oyuncakları tek tek deniyordu. En son salıncağa binmek istedi ve beni çağırdı. Bu arada Uzakdoğulu 1.5 yaşlarında bir çocuk salıncağın önündeki kaldırıma takılıp düştü ve tek başına kalkamadı. Ege de hemen elinden tutup çocuğa yardım etti ve sonra bir şey olmamış gibi salıncağa bindi ve onu sallamaya başladım.
İşte şaşkınlığı bundan sonra yaşadık. O minik çocuk, parmağıyla sürekli Ege'yi göstererek annesine ve yanındakilere bir şeyler anlatıyordu. Muhtemelen biraz önceki olaydan bahsediyordu. Daha sonra salıncağın karşısına geldi ve yaklaşık 2 dakika boyunca Ege'nin karşısında ojigi denilen Japon selamını yaptı, ardından da annesi olduğunu düşündüğüm bir bayan da aynı şekilde selamlamaya katıldı.
Daha sonra araştırdım ki Japon selamı bu kadar uzun süre ve bu minik çocuğun yaptığı gibi çok eğilerek verilirse; karşısındaki kişiyi kendinden daha üstün gördüğü anlamına gelirmiş. Yanlışım varsa düzeltin lütfen.
Ege için çok basit bir yardımlaşma, bu aile için çok önemliydi veya ben öyle olduğunu sanıyorum. Japon kültürü gerçekten çok ilginç ve aslında onlardan öğrenecek çok şeyimiz olduğuna inanıyorum.

28 Mayıs 2013 Salı

Yaya geçidi konusu

1998 yılında liseyi yeni bitirmiş bir gençken Avustralya'nın küçük bir şehrinde kısa bir süre kalmıştım. Bu süre içinde en çok dikkatimi çeken bu şehirde hiç trafik ışığı olmamasıydı. Bir gün yanında kaldığım aile ile akşam yemeğine giderken uzakta sarı bir ışık gördük ve ev sahibesi bu ışığı görüp sevindi "şehre trafik ışığı yapmışlar, ne güzeeeelll" diye bağırdı. Ama yaklaşınca gördük ki aslında trafik ışığı değil, yol çalışması olduğunu gösteren işaret lambasıymış.
Şimdi düşünüyorum da o şehirde zaten trafik ışığına ihtiyaç yoktu. Şehir küçüktü, nüfus azdı ama sürücüler de yayalara ve diğer sürücülerin haklarına tecavüz etmiyorlardı. Herkes trafikte birbirine saygılıydı. Yaya geçidinde araçlar durur, yayalar geçerdi. Olması gerektiği gibi.

Daha sonra Türkiye'ye döndüm ve tabi trafikle ilgili bu anılarım aklımdan uçtu gitti. Ta ki ehliyet almak için sınava girene kadar (bu iki olay arası sadece 9-10 ay gibi kısa bir süredir). Ehliyet sınavının trafik bölümüne hazırlanırken "yaya geçidi"nin aslında Türk trafik kurallarında olduğunu da gördüm!!!!
Ama bizdeki uygulanışı şöyle, sürücü yaya geçidinde yaya mı gördü; o zaman hemen daha hızlanıyor, gaza daha çok basıyor ki yaya hızlı yürüsün, sürücü de yavaşlamak zorunda kalmasın. Yaşlıymışsın, çocukluymuşsun, engelliymişsin fark etmez. Hatta bu saydığım durumlardan biri söz konusu ise mümkünse karşıdan karşıya geçme.
Şu anda Budapeşte'deyim, her gün sabah kızımı hava güzelse kreşe yürüyerek, pusetle götürüyorum. Kreş ile evin arası 1.5 km. ve bu mesafede en az 5 yaya geçidi var ve bu geçitlerde durmayan araba yok. Gerçekten de yaya geçitlerinin ne kadar önemli ve yayalar için olmazsa olmaz olduğunu bir kez daha anlıyorum.
Peki neden bizim ülkemizde bu saygı yok, neden hep sürücüler öncelikli? Neden, neden?? Bir cevap arıyorum ama bulamıyorum.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Evhamlı xpatanne

Ege'yi okul servisinden almak için bekliyordum. Servis geldi, Ege uyuyakalmış. Uyanınca ağlamaya başladı. Oğlum niye ağlıyorsun diye sormama kalmadan yüzündeki ve okul t-shirt'ünün üzerindeki kırmızı kan lekelerini gördüm.
Xpatanne: Ege düştün mü oğlum burnun ve kıyafetin kan içinde, ne oldu?
Ege: ??!!!??
Xpatanne: Oğlum söylesene ne oldu?
Ege: Leo ile oyun oynadık.
Xpatanne: Oyun oynarken düştün mü, onun için mi her yerin kan içinde? Burnun acıyor mu bak kan olmuş..
Ege: Hayır acımıyor.
Xpatanne: Ege söylesene ne oldu sana?
Ege:?!!!??
Hemen Ege'nin öğretmeninin not yazdığı defter karıştırılır veee hiç not yok. Tam meraktan kalp krizi geçirmek üzereyken.....

Ege: Bugün okulda pizza yaptık. Onlar domates sosu!!!!!

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Kuru fasulye ve baba

Dün akşam çocuklara kuru fasulye ve pilav yaptım. Ama gel gör ki bizim 2 yaşına yeni girmiş olan Ada hanım yememek için inat etti ve yemedi. O inat, ben inat derken doktorumuzun önerdiği taktiği uyguladım ve yemiyorsan masadan kalk dedim. Kalktı :)
Ama sabah 5.45'te "Acıktım" diyerek uyandı. Bugun de azimle akşam yemekte aynı yemeği verdim kızıma ve sonuç tabiki hüsran. Eşim de bu duruma kızarak "sevdiği başka yiyeceklerden neden yapmıyorsun da inatlaşıyorsunuz" dedi. Anneyim ya, en iyisini ben biliyorum ya sinirlendim. "Sen daha iyisini yap o zaman" dedim.
Sonuç: Babası, Ada'ya bütün yemeği yedirdi!!

Anlamadığım, bu çocuklar annelerinden ne istiyorlar?!

24 Mayıs 2013 Cuma

İlk yazı ve tanışma

Artık benim de bir bloğum oldu.
Bu fikir ne zaman aklıma düştü diye düşünüyorum.
Aslında önce kendimi tanıtayım neden Expat Anne diyorum kendime. Aslında expat olan ben değilim ki eşim. Ama eşimle ve 2 çocuğumla birlikte İstanbul'dan ayrılıp hiç tanımadığımız bir ülkeye, Macaristan'a geldik. Bu beni de expat yapar, değil mi?
Şimdi blog kurma fikrine gelince, 10 yılı aşkın bir çalışma hayatından sonra evde oturmaya başlayınca gerçekten ne yapmak istediğinizi sorgulamaya başlıyorsunuz. Benim yapmak istediğim ise yazmak. İşte tam da bu nedenle blog yazmaya başladım.
Bundan sonra her konu hakkında yazacağım. Expat aile olarak tecrübelerimizi, 2 çocukla geçen mücadelemi, çocuklarımın kendi dilinde olmayan okullarda yaşadıkları maceraları anlatacağım.
Haydi başlayalım....