12 Aralık 2013 Perşembe

Gerbeaud tatlısı


Budapeşte'de Ege'nin okulunda bir klüp kuruldu. Velilerin oluşturduğu bu klüp yabancı ailelere Macar kültürünü öğretmeyi amaçlıyor. Daha önce tarihi yerlere gezi düzenleyen bu klüp, şimdi de çeşitli Macar yemeklerini bizlere öğretmeye başladı. Macar yemekleri bana kalırsa çok lezzetli değiller. Ancak Macarlar hamur işine çok düşkünler ve bu konuda da oldukça başarılılar. Bu hafta ismini Budapeşte'nin en meşhur kafesinden alan "Gerbeaud" isimli tatlıyı yapmayı öğrendik. Aslına bu blokta yemek tarifi paylaşmayı planlamıyordum ama bu tatlı çok lezzetli. Biraz uğraştırıyor ama sonuç mükemmel.
Şimdi sizinle tarifi paylaşayım;

Malzemeler:
Hamur için: 1/4 su bardağı ılık su, bir paket yaş mayanın 1/4ü, 500 g. un, 1 tatlı kaşığı karbonat, 1 paket vanilin, 4 tatlı kaşığı pudra şekeri, 250 g. Tereyağı, 100 ml. Ekşik krema ( bunu Türkiye'de bulmak kolay değil muadil olarak süzme yoğurt kullanılabilir ancak süzme yoğurdu bile biraz daha süzmek gerekli), 1 yumurta sarısı, 1 tutam tuz
İçi için: 300 g. dövülmüş ceviz, 250 g. Pudra şekeri, 2 paket vanilin, 1 kg kadar kayısı marmelatı.
Üstü için: 5 çorba kaşığı kakao, 6-7 kaşık pudra şekeri ( tatlıyı ne kadar sevdiğinize göre karar verebilirsiniz), 1 tatlı kaşığı tereyağı, 1 kaşık çiçek yağı, yarım bardak kadar sıcak su.

Hazırlanışı:
Ilık süte yaş maya ve 1 tatlı kaşığı şeker katılır. Biraz karıştırılıp kabarması için kenarda bekletilir. 500g. una 1 tatlı kaşığı karbonat, 1 vanilin, 1 tutam tuz ve 4 kaşık pudra şekeri ilave edilip karıştırılır. Daha sonra bu karışıma 250 g. tereyağı kesilerek ilave edilir. Daha sonra ekşi krema ve 1 yumurta sarısı da katılarak iyice yoğurulur. Bu hamura kabaran maya da ilave edilir. Hamur ele yapışmayacak hale gelene kadar yoğurulur. Yumuşak bir hamur elde edilir ve bu hamur 3 eşit parçaya kesilip, streç filme sarılıp buzdolabına konulur. 15 dakika buzdolabında tutulur.
15 dakika sonra ilk parça hamur altına yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisi boyutunda açılmaya başlanır. İnce bir yufka elde edilir ve bu fırın tepsisine yerleştirilir. Ama en önemli nokta tam tepsi boyutunda olması gerektiğidir. Bu yufkanın üzerine bolca kayısı marmelatı sürülür, üzerine şeker ve vanilin ile karıştırılmış ceviz ilave edilir.
Daha sonra aynı işlem ikinci hamur için de uygulanır. İncecik açılıp üzerine marmelat ve ceviz karışımı dökülür. 3  hamur ise açılıp bu iki yufkanın üzerine kapatılır. Çatalla hamur bir kaç yerden delinir. Önceden 190 derecede ısınmış fırında yaklaşık 30 dakika pişirilir.
Piştikten sonra soğumaya bırakılır. Soğuduktan sonra çikolata sos hazırlanır. Çikolata sosu için bütün malzeme bir kapta sıcak suyla karıştırılıp koyu bir sos elde edilir. Soğumuş tatlımız üzerine sos güzelce döşenir ve tekrar soğumaya bırakılır. Çikolata sos da soğuyunca küçük kareler şeklinde tatlımız kesilip, servis yapılır. Ayrıca biraz bekleyince bu küçük parçaları kavanozlara koyup 2 hafta kadar saklamanız mümkünmüş :)

Çocukların akıllıca sözleri

Çocukların dünyası o kadar farklı ki, biz büyükler o dünyadadan geldiğimizi tamamen unutmuş durumdayız. Keşke tekrar çocukça düşünebilsek.
Dün 4 yaşındaki oğlum Ege bana öyle komik bir şey söyledi ki bunu mutlaka yazmalıyım ve gelecekte de unutmayıp ona anlatmalıyım diye düşündüm.
Ege, bu ararlar uzay ve astronotlara ilgi duyuyor. Okulun kütüphanesinden sürekli uzayla ilgili kitaplar getiriyor ve birlikte okuyoruz. Bu kitaplarda da genelde aynı resimleri kullanıyorlar. Bu resimlerden bir tanesi de Neil Armstrong'un Ay'a ilk adım attığında ABD bayrağı ile çekilmiş olan fotoğrafı. Ege hep bu resimi görürdü ama hiç bayrakla ilgili bir şey sormamıştı.
Dün elinde bir oyuncak kataloğu vardı ve katalogda Vahşi Batı konseptiyle hazırlanmış oyuncaklar ve oyuncakların arkasında da ABD bayrağı vardı.
Ege'nin bu resmi görünce sorduğu soru:
"Anne bu bayrak neden burada, uzayda olması gerekmiyor muydu?"


13 Kasım 2013 Çarşamba

Ege okuma öğreniyor

4 yaşındaki oğlum Ege, burada daha önce bahsettiğim gibi British sisteminde eğitim görüyor ve bu sistemde ilk okula başlama yaşı 5. Aynı Türkiye'de hükümetin geçen sene eğitim sistemini tepe taklak yaparken belirlediği yaş gibi.  Tabi uygulama farklı, amaç farklı.
Bu sene bloğa daha az vakit ayırmamın en önemli nedenlerinden biri Ege'nin okulunun aileler ile çok fazla iletişim halinde olması. Haftanın en az 2-3 günü okula çağırılıp ya eğitim alıyoruz veliler olarak ya da bilgi paylaşımında bulunuluyor.
Bu aralar Ege'nin elinde üzerinde yazı olmayan kitaplar var. Bu kitaplar ile çocuklar okumayı öğreneceklermiş. Üzerinde yazı olmadan okumayı öğrenmek çok enteresan, sizce de öyle değil mi?
Bu kitaplar aynı zamanda velilere de ödev. Kitaptaki resimlere bakıp, hikaye üzerinde tartışıyoruz. Daha sonra da kitabın resimlerinin üzerinde yazan ör: berber, kütüphane gibi kelimeleri bulmaya çalışıyoruz. Bulduğumuz kelimelerin harflerini tek tek okuyup, isminin içinde geçen harflerle eşleştiriyoruz. Bir de fişlerimiz var aynı bizim çocukluğumuzda olduğu gibi. Bu fişlerle de yine kitaptaki karakterleri eşleştiriyoruz. Fişlerin üzerinde kitaptaki karakterlerin ismi yazıyor. O isimleri okuyup, kitapta hangi karaktere ait olduğunu buluyoruz.
İlk başta anlamsız gelen bu çalışma sonucunda, sadece 20 dakikada Ege, 3 kelimeyi okumaya başladı.  Acaba ezberledi de, hep aynı fişi görünce mi tanıyor diye düşündüm ve başka kağıtlara bu kelimeleri yazmaya başladım. Ama yazdıklarımı da okuduğunu gördüm. Şimdi yeni kelimeler de öğrenmeye başladı. Bu fişlerle yeni oyunumuz da kelime eşleştirmece. Aynı kelimeleri başka kağıtlara yazıp eşini bulmaya çalışıyoruz.
Sizde belki evinizdeki kitaplarla bu oyunu oynayabilirsiniz. Üzerinde yazılar olsa bile, siz yazıları okumadan sadece resimler üzerinden konuşabilirsiniz. Belki çocuğunuz kitaptaki hikayeden çok daha farklı hikayeler üretebilir. Böylece çocuğunuzun hayal gücünü de geliştirebilirsiniz.

8 Ekim 2013 Salı

Çocuklara nasıl davranmalı

Sabah çocukları okula götürmeye hazırlamak, onlara kahvaltılarını yedirmek, giydirmek, eğer ben de çıkacaksam onlarla birlikte bir de kendimi yedirip giydirmek kabus oluyor. Yine böyle herkesin birden evden çıkması gereken koşturmalı bir gündü. Ben de Ege'yi okula bırakacaktım, çünkü okullarında yine veli eğitimi vardı. Eğitimin konusu da çocuklara nasıl davranılması gerektiğiyle ilgiliydi. Sabah yine pür telaş hazırlanmaya çalışıyorduk, eşimle kızımı hazırlayıp gönderdim, Ege de giyindi ve benim hazırlanmamı bekliyordu. Ama bana hiç rahat vermiyor, giyinmeye çalışıyorum kapılara vuruyor, ayakkabılarını giy diyorum sokak kapısıyla oynuyor ama ayakkabı ve montunu giymiyordu. Bağırış, çağırış evden çıkmaya çalışıyorduk. Tam o sırada farkediyorum ki okul formasını ters giymiş hadi baştan giyiniyoruz ama tabi yine bir telaş.
Okula gidince bahsettiğim eğitim başlıyor ve bütün aileleri tam kalbinden vuruyor. Aslında hemen hepimizin bildiklerini anlatıyorlar. Benim yukarıda anlattığım ve yanlış yaptığım her şeyi orada yüzümüze çat çat vuruyorlar.
Buyrun biraz bahsedeyim neler yapmamız gerektiğinden;
Öncelikle en büyük hatam ve bir çoğumuzunda yaptığı hata:
Olumsuz uyarılar, örneğin koşma, bağırma gibi olumsuzluk ekleri uyarılar.
Bu tip uyarılar çocuğun sizi dinlemesini sağlamayacak, o an dinlese bile tekrar aynı şeyi
yapmasına neden olacaktır.
Bu tip uyarılar yerine olumlu uyarılar tercih edilmeli:
Örneğin, yürür müsün veya alçak sesle konuşur musun vs.
Bir diğer yaptığımız hata, "aferin oğluma/kızıma gibi takdir sözcükleri.
Bunun yerine, "odanı ne güzel toplamışsın", " alçak sesle konuşman çok hoşuma gitti" gibi neyi doğru yaptığını açıkça belirten cümleler kurulmalı.
Bir diğer konuda "lütfen" değil " teşekkür ederim" demek.
Buna da bir örnek verelim, "otur lütfen" dediğimizde çocuğa seçenek şansı bırakmıyoruz. Aslında bu bir emir, ama yaptığı davranış için "teşekkür ederim" demek onu yüreklendiren ve mutlu eden bir cevap olacaktır.
Daha anlatacak çok şey var ama en önemli nokta, bizler rol modeliz ve biz ne yaparsak çocuğumuz onu öğrenir. Bunu zaten biliyoruz ama unutmamalıyız.

Bu toplantının bitiminde kendimi çok kötü bir anne olaeak gördüm. Moralim bozuldu, nasıl bu kadar kötü anne olabilirim diye. Çünkü bunları uygulamak hayatın koşuşturmacasında mümkün olmuyor. Bir tek kendimin bu şekilde olduğunu düşünüp daha da çok üzüldüm ama yalnız değilmişim.
Dışarı çıktığımda katılan velilerin hepsi biz bunu nasıl uygulayacağız diye kara kara düşünmeye başlamıştı. Demekki yalnız değildim ama bu konularda daha dikkatli olacağıma da söz verdim. Bakalım uygulayabilecek miyim.

Bu eğitimin detayları için,

http://www.nordanglia.com/budapest/images/doc_library/curriculum/nursery/EYFS%20-%20Behaviour%20and%20Independence.pdf




1 Ekim 2013 Salı

Okullar başlayınca

Daha önce işe başlamak isteyip de nasıl bir sonuçla karşılaştığımı anlatmıştım.
İşi reddedince zamanımı daha verimli nasıl geçirebilirim sorusu aklımı yormaya başladı. Tabi bu arada çocukların okulları açıldı. Bir koşuşturma başladı. Sabah onları hazırla, okula gönder. Daha sonra oğlumun okulundaki bazı toplantılara katılmaya başladım. Bu toplantıların bir tanesinde okulda velilere Macarca dersi verilmeye başlandığının haberini aldım. İlk işim bu derse yazılmak oldu. Bu derse başladığımda, Macaristan'a yeni gelmiş bir Türk bayanla tanıştım. Onunla birlikte çok güzel zaman geçirmeye başladık. Bu arada oğlumun okulundaki toplantılar bitmek bilmez oldu. Hemen her gün okula gidip bir toplantıya katılmam gerekiyor. Bugün de bir toplantı vardı ama ben günleri karıştırdığım için toplantıyı kaçırdım :) artık takip etmek gerçekten de çok zor bir hal aldı. Bu okulda bir veli arkadaşımın 5 çocuğu var ve arkadaşım plan yapmak için elinde sürekli olarak takvim taşıyor. Örneğin bir hafta sonu 4 tane ayrı doğum günü partisine gittiği oluyor. Ayrıca okuldaki toplantıları da takip ediyor. Sonuçta takvimsiz hareket edilemiyor.
Ben de artık kendime bir takvim edinmeliyim, yoksa günler ve toplantılar birbirine giriyor.
Sonuç olarak demek istediğim iyiki de işi kabul etmemişim, aslında yapacak ne çok işim varmış. Harika insanlarla tanışıyorum. Şimdi içim daha rahat hem çocuklarıma zaman ayırıyorum, hem de kendime.



8 Eylül 2013 Pazar

Budapeşte'de iş macerası

Eşimin işi nedeniyle Budapeşte'ye gelirken bir hayalim de burada çalışmaktı. Ama şehre, ülkeye alışmak, çocukları okula alıştırmak gibi önceliklerim olduğu için çalışmayı ikinci plana atmıştım. Yaz aylarında hem artık şehre alıştığım hem de biraz sıkılmaya başladığım için iş başvuruları yaptım. Türkiye'de de olan dünyanın en büyük şirketlerinden birine görüşmeye gittim. Çok güzel geçen mülakatlar sonucunda -ki bu mülakatlar neredeyse 2 ay sürdü- bana teklif vermelerini bekliyordum. Çok heyecanlıydım. Kafamda her şeyi planlamıştım. Saat 13.00-19.00 arası bakıcı gelir, evimin işini yapar, çocuklarımla okuldan sonra ilgilenir. Her şey harikaydı. Hatta harika bir bakıcı adayım vardı. Az çok vereceğim bakıcı ücreti belliydi. Heyecanla teklifi beklemeye başladım veeee... Evet yaşasın teklif geldi ama Macaristan ekonomisinin acı gerçeği yüzüme tokat gibi çarptı. Maaş=bakıcı ücreti.
Ne yapacağımı bilemedim. Kabul etsem, sadece evde sıkılmamış olmak için çalışacağım elimde avucumda bir şey kalmayacak. Bir de üstüne çocuklarımla daha az zaman geçireceğim; kabul etmesem, bu sefer de uzun yıllar çalışmamış ve kariyerime uzun süre ara vermiş olacağım. Tabi bir de çocuklar yokken yapacak yeni bir şeyler bulmam  gerekli.
Uzun uzun düşündüm. Bir türlü tam olarak ne yapacağıma karar veremedim.
Konuşmadığım, fikrini almadığım kişi kalmadı. Sonuçta işi reddettim. Yıllar sonra belki iş arayıp bulamadığımda kafamı duvarlara vuracağım. Ama görünen o ki; Macaristan'da iş gücü maalesef çok ucuz ve Avrupa ekonomisi hakikaten çok iyi durumda değil.
Siz olsaydınız ne yapardınız? Cevaplarınızı merakla bekliyorum.

20 Ağustos 2013 Salı

Ada'ya tuvalet eğitimi II

Ada'ya tuvalet eğitiminin diğer günleri çok iyi geçmedi. Sürekli olarak altına kaçırıp sonrasında da "kaka yaptım" deyip bana mahsun mahsun bakıyordu. Bir türlü çişini tutamadığını anlamış oldum. Sanırım daha hazır değil tabi bir de üstüne bir hafta boyunca kaka da yapmadı. Kaka yapmadıkça yemek yemedi, yemedikçe kaka yapamadı ve bir kısır döngüye girdi. Biz de vazgeçtik tuvalet eğitiminden. Sanırım daha hazır değil. Aslında bu kadar güzel konuşup, her istediğini anlatırken, altı bağlı olduğu halde kakasının geldiğini bana haber verirken bu eğitimin başarısız olmasını anlamadım. Ama sanırım olay kasların gelişmesinde düğümleniyor. Demekki neymiş; her çocuk farklıymış. Ege, 16 aylıkken "bu bu" diye pipisini gösterip çişini söylüyorken, Ada, 27 aylık olup tuvalete oturmak dahi istemiyor. Şimdi önümüzdeki günlere bakacağız artık. Kışa mı hazır olur, seneye mi göreceğiz.

15 Ağustos 2013 Perşembe

Ada'ya tuvalet eğitimi

Yaz geldi, şimdi annemin yanında İzmir'deyim. Ada da artık 27 aylık her derdini çok güzel anlatıyor. Artık tuvalet eğitimine başlayabilirim diye düşünüyorum. Altı bağlıyken tuvaletini söylüyor. Açıkken de söyleyeceğini umuyordum ve bugün eğitime başladım. Tuvalet simidine oturmaktan pek hoşlanmadığı için bir lazımlık satın aldım. İlk başta bayıldı üstüne oturdu ve ilk çişini yaptı. Ama bir sorun vardı, lazımlığın kapağı kapalıydı. :)
Yani lazımlığın haznesini tutturamadık. Daha sonra da Ada, lazımlığı tabure gibi kullanmaya başladı.  Sadece oturuyor ama tuvaletini yapmıyor. 3 kere altına yaptıktan sonra söyledi. Birinde de yapmış ve bize haber vermemişti. Bu daha ilk gün azimliyim, umarım başarırım. Tabi benim azmim yetmiyor, Ada'dan da aynı performansı bekliyorum. Ada duydun mu kızım hadi çişler tuvalete...

Budapeşte'de ilk alışveriş

Budapeşte'ye ilk geldiğimizde -evimizi eşyalı kiraladığımız için- yapmamız gereken ilk iş mutfak alışverişi yapmaktı. Büyük süper marketlerde her aradığımızı buluyoruz ancak bir sorun varki o da şu; bazı markalar bildiğimiz isimlerden farklı ve bazı ürünlerde de sadece Macarca açıklama olduğu için tam olarak ne olduğunu anlamak zor. İlk işim çocuklar için kıyma almaktı. Genellikle bütün çocuklar köfteye bayılır, ben de bunun için önce et reyonuna yöneldim ve bulduğum yağsız, güzel gözüken kıymayı aldım. Ancak eve geldiğimde gördümki kıyma kokuyor, ama bozuk olduğu için değil, etin kendisi kokuyor. Köfteleri yaptım ama yedirmek içime sinmedi ve burada iyi bir kasap bulmaya karar verdim. Buradaki en iyi kasabın Türk kasap Sezgin olduğunu öğrendim. Bir de Troya isimli Türk marketi var. Bu markette her şeyi bulmak mümkün. Troya'ya gidince onların da kasap kısmının çok iyi olduğunu gördüm ve alışverişlerimi oradan yapmaya başladım. Sadece kasap değil bir çok ihtiyacınızı oradan giderebilirsiniz. Mesela siyah zeytin gibi :)
Sezgin ise gurme kasap. Sabah erken giderseniz Adana kebap bile bulabiliyorsunuz.

Troya market ile ilgili bilgileri internet adresinden bulabilirsiniz.
http://www.troyamarket.hu/

Kasap Sezgin'in internet adresi yok ama adresi 1053 Magyar utca 52

Macaristan'da güzel yemekler yemeniz dileğiyle :)

7 Ağustos 2013 Çarşamba

İyi bayramlar

Bir ramazan ayını daha bitirdik. Şimdi Şeker Bayramı zamanı.
Herkese çok güzel bir bayram diliyorum. 
Çocuklarınızla, büyüklerinizle güzel bir bayram, tatildeyseniz harika bir tatil dilerim

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Budapeşte'de ev bulmak

Tuna nehri Budapeşte'yi 2 ayrı şehre ayırmış durumda. Buda ve Peşte olarak. Aynı zamanda bu iki şehir de kendi içinde "kerület" denilen bölgelere ayrılmış. Şehirde toplam 23 bölge bulunmakta. Peşte tarafı şehrin kalbinin attığı yer. Peşte'de genellikle gençler ve yeni evliler oturmakta. Çocuklu ailelerin tercihi ise genellikle Buda tarafı. Çünkü okullar Buda tarafında ve Buda tarafı, Peşte'ye göre daha sakin. Buda tarafında da genelde expatların tercihi 2 ve 12. Bölgeler. Bu bölgeler genellikle çok uluslu öğrencilerin olduğu kreşlerin daha fazla olduğu bölgeler. Aynı zamanda çok uluslu okullara da  yakınlar. 2. Bölgenin Rozsadomb denilen bölgesi Macar halkı tarafından zenginlerin oturduğu semt olarak niteleniyor. Rozsadomb, Türkçe'de Gültepe demek. Bu mahalleye ismi veren ise Osmanlı döneminde Macaristan'da yaşamış Gül Baba isimli bir Türk. Gül Baba'nın türbesi bu bölgede ve Macarlar tarafından çok sevilmiş bir kişi.
12. Bölge de 2. Bölge gibi genellikle expatların ve varlıklı Macarların oturmak için tercih ettiği bir bölge. Bir de bu bölgelere 1. Bölgeyi de ekleyebiliriz. Citadella denilen anıta yakın bölge de yaşamak  için çok keyifli. Bu bahsettiğim 3 bölgede de genellikle expatların yaşadığı bazı siteler mevcut.
Ev kiralarken fiyat konusu pazarlığa tabi olabiliyor. Ev sahibiyle fiyatı bir kez daha görüşmekte fayda var.

23 Temmuz 2013 Salı

Budapeşte'de okul seçmek

Bu yazıyı çok önce yazmalıydım ama bir turlu sıra gelmedi başka konuları anlatmaktan. Ancak buraya yeni bir Turk ailenin taşınacağı haberini aldığım için hemen bu konuya girmek istedim. Umarım işlerine yarar bu bilgiler.
Budapeşte'de eğer yerel Macar okullarına çocuğunuzu göndermeyecekseniz çok çeşitli uluslararası okullar var. Alman, Fransız, Japon, Avusturya, Amerikan, İngiliz ve hatta Türk okulları var. 
Okul tercihi yaparken bence en önemli nokta okula yakın bir bölgede oturmak. Çünkü okulların servis imkanları olsa bile, servis kullanan öğrenci sayısı çok fazla değil. Buradaki adet ailelerin çocuklarını okula bırakması şeklinde. 
Ancak ben oğlum küçük bile olsa servis kullanabileceğini düşünüp okulun en uzak 2-2.5 km ötesinde ev bakmıştım, ama ev hem eşimin işine çok uzak olmasın, hem okula çok uzak olmasın dediğinizde biraz karışıyor. Ev bulma konusunu da daha sonra anlatacağım.
Okul tercihimi İngilizce konuşulan okullar olarak kullandım çünkü eşim de ben de İngilizce dışında başka yabancı dil bilmiyoruz. Bu durumda hem çocuğumuza yardım edebilmek hem de öğretmenler ile anlaşabilmek için İngilizce konuşulan okulları listemize aldık. 
Türk okulu'nu neden listemize almadık, çünkü okulları Türkiye'den internet aracılığı ile seçecektik ve Türk okulu ile ilgili hiç bir bilgi bulamadık. Daha sonra buraya gelince bu okulun varlığından haberdar olduk.
İngilizce eğitim veren okullara dönersek; 4 tane okul var. Bunlar; GGIS, Britannica, British ve American International School. 
GGIS, katolik okulu olduğu için listemden çıktı.
Britannica, burada yaşayan Türkler'in çok iyi değil diye yorumladıkları bir okuldu. Ayrıca okul International baccalaureate vermiyor. Bu konuyla ilgili çok detaya girip konuyu dağıtmayacağım. Bu adresten daha detaylı bilgi alabilirsiniz. http://www.ibo.org/ 
Aslında benim çocuğum daha çok küçük bu belge için ama bana okul hakkında az çok bir fikir vermişti. 
Geriye iki okul kaldı Amerikan ve British.
İlk aklımdaki okul Amerikan okuluydu.. Okulun, rahat, özgüveni yüksek sosyal bireyler yetiştirdiğini düşünüyordum. İngiliz okulu ise öğrencilere üniforma giydiren çok disiplinli bir okul gibi gelmişti. Ancak Amerikan okulu eşimin işine ve eğer oğlum o okula giderse oturacağımız ev de şehire uzak olacağı için bir adım geri atıp oraya göndermedim. Okul şehre gerçekten uzakta. Benim arabam olmayacağı için de bu okul listemden çıktı. (araba kullanmayı sevmiyorum ve Budapeşte'de toplu ulaşım bir harika).
Onun yerine İngiliz okulunu seçtim. Önce okulu seçip daha sonra da evimi buldum ve ikisinden de çok memnunum.
Şimdi oğlumun okulunu anlatayım. İngiliz okulu üniforma giydiriyor aynı Türk okulu gibi. Ama benim düşündüğüm gibi -izleyenler bilir- "Ölü Ozanlar Derneği" filmindeki gibi sıkı ve bunaltıcı bir okul değil. Üniforma giymeleri aslında biz annelere kolaylık bunun dışında okul olarak Budapeşte'deki en iyi okullardan biri, diğeri de Amerikan. Bu iki okulun en iyi okullar olduğunu zamanla insanlarla tanıştıkça öğrendim. Eğitim seviyeleri gerçekten iyi. Ana sınıfında okuma yazma alıştırmalarına başlıyorlar. Yine  aynı sınıfta her hafta yüzme dersleri var. Okul sonrası spor ve çeşitli aktivite imkanları çok fazla. Müzik, drama, satranç ve çeşitli spor dalları bu aktivitelerden bir kaçı. British yani İngiliz okulu diğer okullardan farklı olarak 5 yaşında ilkokula başlatıyor. Ama bu ilkokula başlama Türkiye'deki gibi ders odaklı değil, oyun odaklı bir eğitim. Zaten bu dönemlerde her tür eğitimi eğlendirerek veriyorlar.
British mi American mı diye seçim yapmak bence çok kolay değil, gerçekten de ikisi de iyi okullar. Okulu seçerken çocuğunuzun rahatını ve kendi rahatınızı düşünüp ona göre karar verin. İkisinin de eğitimi Budapeşte'de bir numara. Yerli halktan imkanları iyi olanlar mutlaka bu iki okuldan birine çocuklarını gönderiyorlar.
Bu arada benim oğlumdan başka Türk yok bu iki okulda da bildiğim kadarıyla. Burada benim tanıdığım Turk ailelerden, iki aile çocuğunu Avusturya okuluna ve bir aile GGIS'e gönderiyor. Diğer ailelerin çocukları da genelde küçük ve onlar da international kreşlere gidiyorlar. Umarım bu bilgiler okul seçiminde işinize yarar, tabi bir de okulları mutlaka ziyaret edin. 




16 Temmuz 2013 Salı

Doğum günü


Geçtiğimiz cuma doğum günümdü. Eşim iş için İstanbul'daydı ama o gün benim için erkenden gelip tüm günü benimle geçirdi. Çocuklarımsa gün boyu okuldaydı. Ege'nin okulu tatil olduğu için Ada'nın okuluna 1 aylığına misafir olarak gidiyor.
Eşimle gün boyu gezdik, dolaştık. Akşam da Ada'nın okuldaki öğretmeni evde çocuklarla ilgilendi ve biz eşimle baş başa harika bir yemek yedik. Geldiğimizde çocuklar uyumuş, ortalık sessiz sakindi. Ama çocuklarımın bana bir süprizi vardı. Anne olmanın harika bir şey olduğunu hatırlatan çok güzel bir süpriz...


Ben de sizi çok seviyorum çocuklarım, iyiki varsınız......

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Yabancı bir okulda ilk tecrübeler 2

Geçen gün bahsettiğim gibi Ege, ilk defa İngiliz okuluna başladığında çok ciddi bocalamıştım. Ama benim bu bocalamamı Ege yaşamadı :)
Okulun neyi ne kadar öğrettiğini pek anlayamıyordum. Oğlum zaten İngilizce bilmiyordu, sınıfı okulun ilk günü ziyaret ettiğimde çocukların çamura veya tutkala ellerini sokup oynadıklarını görmüştüm. Bir kısmı da küçücük boncukları ipe diziyorlardı. Çocukların bu uğraşıları bana çok anlamsız gelmişti. Çocukları başı boş bırakıyorlar ve çocuklar da sadece ortalığı karıştırıp serbestçe oynuyorlar diye düşünmüştüm. Ege de okulda olanları çok anlatmadığı için neler olup bittiğini anlayamıyordum.
Ancak işin aslını çok sonra okulların kapanmasına 2 hafta kala okulda yapılan bir workshop'ta öğrendim. Benim için sadece kirli bir oyun olan çamurda daire yapmak, tutkalla oynamak aslında yazı yazmaya hazırlık çalışmalarıymış.
Belki biliyorsunuzdur ama ben bilmiyordum, çocukların yazı yazmaya hazır olmaları için kol kaslarının ve omuzlarının yeterince gelişmiş olması gerekliymiş. Okulun bahçesinde tırmanma duvarı var, bu duvara sürekli çocukları tırmandırıyorlarmış omuzları gelişsin diye, tutkalla ve çamurla dairesel hareketler yaptırıyorlarmış dirsekten bileğe kadar olan bölümü geliştirmek için ve boncukları ipe dizdirmekteki amaç da parmakları ile kalemi doğru bir şekilde tutmalarını sağlamak içinmiş.
Çocuklara yazı yazmayı öğretirken önce küçük harflerden başlanmalıymış, büyük harflerden değil. Çünkü dairesel hareketlerle yazı yazmayı öğretmek gerekliymiş. En önemli nokta da çocuklara yazmayı kağıt kalemle değil daha yaratıcı fikirlerle öğretmeye çalışmakmış.
Yukarıda sadece birkaç örnek verdim bu fikirlere. Daha yaratıcı fikirler bulmak sizlere kalmış.
Aşağıdaki linkte de bu workshop'ın sunumunu bulabilirsiniz. İşinize yarayacağını düşünüyorum.

http://www.nordanglia.com/budapest/images/doc_library/curriculum/EYFS%20Physical%20Development%20Workshop.pdf

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Yabancı bir okulda ilk tecrübeler

Ege, Ağustos ayında 4 yaşında olacak, Budapeşte'de British International School'un kreş bölümüne gidiyor.  İlk bu okula başladığında bizim alıştığımız kreş mantığından çok daha farklı olduğunu anladım ve okuldan hiç memnun kalmadım. Her gün üstü başı kirli ya da ıslak geliyordu. Okulda ne yiyior ne içiyor bilemiyordum, okul yemek listesi elimizde olsa da oğlum hepsini yedi mi, uyudu mu gibi  bilgileri okuldan alamıyordum. Ege'nin gittiği bu okul Budapeşte'deki en iyi okullardan biriydi sözde. Ama çocuk her gün ıslak ayak, her gün kirli ( ama çok çok kirli "kirlenmek güzeldir" sloganlı reklamlardaki gibi) formayla okuldan geliyordu. Aylardan Şubat, dışarıda diz boyu kar var Ege okuldan geliyor çorapları ıslak.
Kimse ilgilenmiyor. Öğretmenlere ilgilenmelerini söylüyorum, değişen bir şey yok.
Bu dönem bir ara İstanbul'a gitmemiz gerekti ve Ege ile kardeşi Ada'yı, Ege'nin İstanbul'da yaşarken gittiği kreşe misafir olarak götürdüm ve bir gün geçirdiler.
Akşam çocukları alırken kreş sahibine burada yaşadığımı okul tecrübesini anlattım. Çocukları başı boş bırakıyorlar, üstleri başları kirli diye yakındım durdum.
Kreş sahibi bana ne dedi biliyor musunuz,  "Bu kadar kızdığınız o okul var ya çocuğunuzu adam etmiş!!!"
Bu arada ayakları karda bile ıslak diyordum ya, kış boyu hiç hasta olmadı. Maaşallah!!!

2 Temmuz 2013 Salı

4+4+4

Geçen sene uygulamaya başlanmış olan yeni eğitim sistemi bizi de diğer aileler gibi telaşa düşürmüştü. Oğlum Ege henüz 3 yaşında olmasına rağmen ne yapacağımı 2014 yılında ana sınıfı olması durumunda hangi okula nasıl kayıt ettireceğimi düşünüp özel bir okulun anaokulu bölümünün mülakatlarına sokmuştum. Ege bu mülakatları geçmişti ama bir sorun vardı; o kadar çok öğrenci mülakatlatı geçmişti ki bir de kura çekilmesi söz konusu olmuştu. Sonunda Ege'yi bu okula çok isteyerek kaydettirdik. Böylece düşündük ki Ege artık üniversiteye kadar okul düşünmek zorunda olmayacak. Tabi bu arada bu olaydaki saçma yanı farketmişsinizdir. 3 yaşında ve anaokulu için mülakat yapılıyor inanılır gibi değil. Ahh Türkiye bu nasıl bir eğitim sistemi.
Neyse devam edelim, Temmuz ayı gibi Macaristan maceramız ortaya çıktı ve Ege'nin  okuldan kaydını sildirip buralara geldik.
Ama expatlığın cilvelerinden işte geçen mart ayı, bu yaz (yani yaşadığımız günlerde) ülkemize dönme durumumuz olduğu ortaya çıktı. Tabi biz Ege'yi alıp hemen Türkiye'ye gittik ki okul ayarlayalım diye. Yine aynı okul, yine aynı süreç ve Ege'nin kaydını yine yaptırdık. Fakat şu yaşadığımız günlerde süremizin 1 sene daha uzadığını öğrendik. Şimdi Budapeşte'de, Ege ana sınıfı olacak 4 yaşında olmasına rağmen çünkü İngiliz okulunda okuyor ve onların sistemi bu şekilde. Seneye ne olacak bilmiyorum, Türkiye'deki o okul bizi bir daha kabul edecek mi, seneye Eylülde Ege 61 aylık olacak, peki ilkokula başlayacak mı, seneye ne olacak Türkiye'de eğitim sistemi yine değişecek mi? Bilmiyorum, bilemiyorum. Bence çocuklar bu kadar küçük okula başlamamalı.
Burada kalsak Ege ilkokula başlayacaktı ama onların eğitimleri bizimki gibi "40 dakika sırandan kalkmadan otur" şeklinde sadece derse dayalı bir eğitim değil ki. Onlar gün boyu oynayarak öğreniyorlar ve küçük yaşta çocuğa nasıl eğitim verileceğini bilen öğretmenler tarafından eğitiliyorlar.
Yazık değil mi bizim çocuklarımıza....
Offf sen ne zor bir ülkesin Türkiye!!

20 Haziran 2013 Perşembe

İçimden gelmiyor ama kiminin de geliyor

Blogu yazmaya başladığımda başımdan geçen ilginç olayları her gün burada paylaşacağımı düşünüyordum. Ama şu an ülkemde olan olaylar o kadar canımı sıkıyor ve beni üzüyor ki, bunun üzerine hiç bir şey yokmuş, her şey güllük gülistanlıkmış gibi yazı yazmak istemiyorum. Öyle ki facebook'ta tatilde veya eğlence merkezinde olanların ülkemizde bir şey yokmuşcasına paylaşım yapmalarına oldukça sinirleniyorum.
Adamın gözü çıkmış haberi var, hiç bir şey yokmuş gibi birisi "ohh tatil gibisi yok" diye yorum yazıyor. Sen hangi ülkede yaşıyorsun güzel arkadaşım, sen güzel tatil yap, o bikiniyi rahatça giy diye bir can gidiyor. Senin için mücadele ediyor birileri. Ama senin için olay şundan ibaret değil mi" tencere tava hep aynı hava". Buyur havanı al kardeşim Çeşme'de. Senin için bir can, bir göz gitmiş çok mu. Yeterki sen tatil yap. Tatil yapamayacağın günler gelince ağlarsın ama o zaman sesini duyan olmaz.
Öptüm seni arkadaşım, iyi tatiller

10 Haziran 2013 Pazartesi

Yurt dışında yabancı olmak

Budapeşte'de bir Türk olarak yaşamanın hiç bir sıkıntısını görmedim. Bu şehirdeki insanlar o kadar kendi halinde ve dost canlısı ki... Bazen insanlar yurt dışındayken, o ülkenin yerlisi gelir ve nereli olduğunu sorar, Budapeşte'de bu tip sorulara pek rastlamadım. Bir defasında merak eden biri olmuştu  ve ona Türk olduğumu söylediğimde mutluluktan gözlerinin içi parlamıştı. "Biz kardeş sayılırız, sizleri çok severiz" diyerek konuşmaya başlamış ve hemen kartını çıkarıp bir şeye ihtiyacım olursa onu aramam için bana vermişti.
Bu davranış beni çok mutlu etmişti.
Ama her yer maalesef Budapeşte gibi değil.
Haftasonu Viyana'da yaşayan Türk arkadaşlarımızı ziyarete gittik. Başımızdan da sevimsiz bir olay geçti.
Viyana'da yaşayan arkadaşım kızımın pusetini ittiriyor bir yandan da benimle muhabbet ederek yürüyordu. Yürüdüğümüz kaldırım biraz dar ve puset de üzerine astığımız eşyalardan dolayı biraz genişti. Karşıdan yaşlıca bir çift geliyordu. Arkadaşım geçmeleri için puseti biraz yana çekerek yol verdi ama yaşlı çiftten bayan olanı yine de pusete çarpıp arkadaşımı ittirerek kaldırımdan geçti. Bunun üzerine arkadaşım çok sinirlendi ve anladığım kadarıyla (Almanca'mın yettiği kadar) " ben size çocuklu olduğum halde yol verdim neden üzerime yürüyorsunuz" diye seslendi. Ancak bayan arkasına bile bakmadan hızlı hızlı ilerledi. Daha sonra arkadaşım bu tip olayları sık sık yaşadıklarını, Türkçe konuştuğumuzu duyduğu için böyle davrandığını söyledi. Viyana'da Türk ırkçılığının çok fazla olduğunu anlattı. Hatta şöyle olaylar yaşanabiliyormuş; bir kavga veya tartışma olduğunda bu tartışmadaki tarafladan biri Türk ise polis, mutlaka Türk olanı cezalandırıyormuş ve Viyana'lılar da bunu bildiği için bir sorun yaşadıklarında Türkleri polis çağırmakla tehdit ediyorlarmış.
Benim yaşadığım çok basit bir olay, kim bilir daha ne tür olaylar yaşıyordur yurt dışındaki Türk vatandaşları. Bu kin, bu nefret neden bir anlam veremiyorum. Lütfen biri bana anlatsın, çünkü benim aklım almıyor.

5 Haziran 2013 Çarşamba

Canım sıkılıyor

Kaç gündür yazı yazmıyorum. Daha doğrusu yazıp yazıp siliyorum. Ne yazayım, ne anlatayım, ruh halimi nasıl anlatayım bilmiyorum, bilemiyorum.
Bir millet uyanıyor. İşte ben bunun için ne yazayım bilemiyorum, sadece yaşıyorum. Uzakta olmanın en zor yanı da izleyici olmakmış. Ama kalbim ve aklım hep orada.
Hani klişe bazı sözler vardır bilirsiniz zor zamanlarda çok kullanılan. Şimdi o cümlelerin tam zamanı.
Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
Her şey çok güzel olacak.

Ben şimdi gidiyorum haberleri sosyal medyadan takip etmeye, geleceğim...

31 Mayıs 2013 Cuma

Antibiotik kullanımı

Geçen gün gazetede okuduğuma göre Türkiye antibiotik kullanımında listenin üst sıralarında yer alıyormuş.
Bizim Türkiye'deki çocuk doktroumuz çocuklara antibiotik vermemesiyle ünlü. Mümkün olduğunca çocukların immün sistemlerinin gelişmesi için onları ilaçlardan uzak tutuyor.
Kızım Ada doğduğunda, oğlum Ege kreşe yeni başlamıştı ve sürekli nezle olup daha sonra da Ada'ya bulaştırıyordu. Ada'nın burun akıntısı ve öksürükleri çok nadir kesiliyordu. Her seferinde büyük bir telaşla doktora koşuyordum ve hep aynı cevabı alıyordum: "Odası serin olsun, burnu tıkanmasın."
Odasının serin olmasından kastettiği yazın 21, kışın ise 18 derece. Bunun uygulaması kolay birşey olmadığını biliyordum ve uygulayamıyordum. Ama elimden geldiğince odasının soğuk olmasına gayret ediyordum.
Macaristan'a gelince Ada da kreşe başladı. Başlar başlamaz hasta oldu. Artık hastalıklarına o kadar alışmıştıkki normalde doktora gitmezdik ama tesadüfen Ada hasta olmadan önce tanışmak için bir doktordan randevu almıştım. Hasta olunca da gitmek şart oldu.
Gider gitmez doktor Ada'ya antibiotik yazdı. Tabiki benim moralim bozuldu, ben o kadar alışkınımki hasta olmasına ve bu hastalıklarda ilaç kullanmamaya, ne yapacağımı şaşırdım. Hemen Türkiye'deki doktoru aradım, "sakın kullanma, dışarı çıkıp hava aldır" dedi. Bu arada aylardan şubattı ve her yer karlıydı. Ama gerçekten de soğuk havanın etkisiyle burnunun tıkanıklığı geçti ve hastalığı toparladı. Bir ay sonra yine Ada hasta oldu, yine doktora gidildi, yine antibiotik yazıldı ve TÜrkiye'deki doktorumuz yine kullandırmadı ve Ada maaşallah toparladı.
Daha sonra Macaristan'daki doktorumuz, kendisinin antibiotiği Macaristan'daki diğer doktorlara göre daha az verdiğinden söz etti. Eğer o az yazıyorsa bu ilacı, diğer doktorları düşünemiyorum bile.
Şimdi şu başta bahsettiğim haberin ne kadar doğru olduğunu düşünüyorum ve şüphe duyuyorum.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Parktaki şaşkınlık

Ege ile birlikte yakınımızda bulunan büyük bir parka gittik. Park, havanın güzel olması nedeniyle çok kalabalıktı. Grup halinde gelmiş Uzakdoğu'lu bir kaç anne ve çocukları da parkta oynuyorlardı.
Ege de etrafta koşturuyor, oyuncakları tek tek deniyordu. En son salıncağa binmek istedi ve beni çağırdı. Bu arada Uzakdoğulu 1.5 yaşlarında bir çocuk salıncağın önündeki kaldırıma takılıp düştü ve tek başına kalkamadı. Ege de hemen elinden tutup çocuğa yardım etti ve sonra bir şey olmamış gibi salıncağa bindi ve onu sallamaya başladım.
İşte şaşkınlığı bundan sonra yaşadık. O minik çocuk, parmağıyla sürekli Ege'yi göstererek annesine ve yanındakilere bir şeyler anlatıyordu. Muhtemelen biraz önceki olaydan bahsediyordu. Daha sonra salıncağın karşısına geldi ve yaklaşık 2 dakika boyunca Ege'nin karşısında ojigi denilen Japon selamını yaptı, ardından da annesi olduğunu düşündüğüm bir bayan da aynı şekilde selamlamaya katıldı.
Daha sonra araştırdım ki Japon selamı bu kadar uzun süre ve bu minik çocuğun yaptığı gibi çok eğilerek verilirse; karşısındaki kişiyi kendinden daha üstün gördüğü anlamına gelirmiş. Yanlışım varsa düzeltin lütfen.
Ege için çok basit bir yardımlaşma, bu aile için çok önemliydi veya ben öyle olduğunu sanıyorum. Japon kültürü gerçekten çok ilginç ve aslında onlardan öğrenecek çok şeyimiz olduğuna inanıyorum.

28 Mayıs 2013 Salı

Yaya geçidi konusu

1998 yılında liseyi yeni bitirmiş bir gençken Avustralya'nın küçük bir şehrinde kısa bir süre kalmıştım. Bu süre içinde en çok dikkatimi çeken bu şehirde hiç trafik ışığı olmamasıydı. Bir gün yanında kaldığım aile ile akşam yemeğine giderken uzakta sarı bir ışık gördük ve ev sahibesi bu ışığı görüp sevindi "şehre trafik ışığı yapmışlar, ne güzeeeelll" diye bağırdı. Ama yaklaşınca gördük ki aslında trafik ışığı değil, yol çalışması olduğunu gösteren işaret lambasıymış.
Şimdi düşünüyorum da o şehirde zaten trafik ışığına ihtiyaç yoktu. Şehir küçüktü, nüfus azdı ama sürücüler de yayalara ve diğer sürücülerin haklarına tecavüz etmiyorlardı. Herkes trafikte birbirine saygılıydı. Yaya geçidinde araçlar durur, yayalar geçerdi. Olması gerektiği gibi.

Daha sonra Türkiye'ye döndüm ve tabi trafikle ilgili bu anılarım aklımdan uçtu gitti. Ta ki ehliyet almak için sınava girene kadar (bu iki olay arası sadece 9-10 ay gibi kısa bir süredir). Ehliyet sınavının trafik bölümüne hazırlanırken "yaya geçidi"nin aslında Türk trafik kurallarında olduğunu da gördüm!!!!
Ama bizdeki uygulanışı şöyle, sürücü yaya geçidinde yaya mı gördü; o zaman hemen daha hızlanıyor, gaza daha çok basıyor ki yaya hızlı yürüsün, sürücü de yavaşlamak zorunda kalmasın. Yaşlıymışsın, çocukluymuşsun, engelliymişsin fark etmez. Hatta bu saydığım durumlardan biri söz konusu ise mümkünse karşıdan karşıya geçme.
Şu anda Budapeşte'deyim, her gün sabah kızımı hava güzelse kreşe yürüyerek, pusetle götürüyorum. Kreş ile evin arası 1.5 km. ve bu mesafede en az 5 yaya geçidi var ve bu geçitlerde durmayan araba yok. Gerçekten de yaya geçitlerinin ne kadar önemli ve yayalar için olmazsa olmaz olduğunu bir kez daha anlıyorum.
Peki neden bizim ülkemizde bu saygı yok, neden hep sürücüler öncelikli? Neden, neden?? Bir cevap arıyorum ama bulamıyorum.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Evhamlı xpatanne

Ege'yi okul servisinden almak için bekliyordum. Servis geldi, Ege uyuyakalmış. Uyanınca ağlamaya başladı. Oğlum niye ağlıyorsun diye sormama kalmadan yüzündeki ve okul t-shirt'ünün üzerindeki kırmızı kan lekelerini gördüm.
Xpatanne: Ege düştün mü oğlum burnun ve kıyafetin kan içinde, ne oldu?
Ege: ??!!!??
Xpatanne: Oğlum söylesene ne oldu?
Ege: Leo ile oyun oynadık.
Xpatanne: Oyun oynarken düştün mü, onun için mi her yerin kan içinde? Burnun acıyor mu bak kan olmuş..
Ege: Hayır acımıyor.
Xpatanne: Ege söylesene ne oldu sana?
Ege:?!!!??
Hemen Ege'nin öğretmeninin not yazdığı defter karıştırılır veee hiç not yok. Tam meraktan kalp krizi geçirmek üzereyken.....

Ege: Bugün okulda pizza yaptık. Onlar domates sosu!!!!!

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Kuru fasulye ve baba

Dün akşam çocuklara kuru fasulye ve pilav yaptım. Ama gel gör ki bizim 2 yaşına yeni girmiş olan Ada hanım yememek için inat etti ve yemedi. O inat, ben inat derken doktorumuzun önerdiği taktiği uyguladım ve yemiyorsan masadan kalk dedim. Kalktı :)
Ama sabah 5.45'te "Acıktım" diyerek uyandı. Bugun de azimle akşam yemekte aynı yemeği verdim kızıma ve sonuç tabiki hüsran. Eşim de bu duruma kızarak "sevdiği başka yiyeceklerden neden yapmıyorsun da inatlaşıyorsunuz" dedi. Anneyim ya, en iyisini ben biliyorum ya sinirlendim. "Sen daha iyisini yap o zaman" dedim.
Sonuç: Babası, Ada'ya bütün yemeği yedirdi!!

Anlamadığım, bu çocuklar annelerinden ne istiyorlar?!

24 Mayıs 2013 Cuma

İlk yazı ve tanışma

Artık benim de bir bloğum oldu.
Bu fikir ne zaman aklıma düştü diye düşünüyorum.
Aslında önce kendimi tanıtayım neden Expat Anne diyorum kendime. Aslında expat olan ben değilim ki eşim. Ama eşimle ve 2 çocuğumla birlikte İstanbul'dan ayrılıp hiç tanımadığımız bir ülkeye, Macaristan'a geldik. Bu beni de expat yapar, değil mi?
Şimdi blog kurma fikrine gelince, 10 yılı aşkın bir çalışma hayatından sonra evde oturmaya başlayınca gerçekten ne yapmak istediğinizi sorgulamaya başlıyorsunuz. Benim yapmak istediğim ise yazmak. İşte tam da bu nedenle blog yazmaya başladım.
Bundan sonra her konu hakkında yazacağım. Expat aile olarak tecrübelerimizi, 2 çocukla geçen mücadelemi, çocuklarımın kendi dilinde olmayan okullarda yaşadıkları maceraları anlatacağım.
Haydi başlayalım....