6 Ekim 2017 Cuma

İçimdeki çocuk

Genellikle kendime çok acımasız davranırım. Bu nedenle de ne kendi anneliğimi ne de kendimi beğenirim. Eşimin deyimiyle alçakgönüllü olayım derken kendime haksızlık ediyorum.
Haklı olduğu bir gerçek. Çoğu zaman yaptığım hiç bir şeyi yeterli bulmam.
Ancak bir şeyi farkettim. Çocuklarım büyüdükçe onlarla artık oynamıyorum. Bana ihtiyaçları olmadığını, kendi odalarında mutlu olduklarını düşünüyordum.
Geçtiğimiz günlerde odalarına bir halı aldık. Hani şu üzerinde araba yolu olan basit Ikea halılardan.
Yere serdiğimizde, ben de yanlarına oturdum. Birlikte halının üzerine arabalar koyduk ve oyun oynamaya başladık. O gün, bu kısacık aktiviteden inanılmaz keyif aldık hep birlikte.
İlerleyen günlerde bir gün oğlum, okuldan ödev olarak bir şiir kitabı getirdi. Her gün bir kitap okuması zorunlu, bu da o günün ödeviydi. Ama oğlum, bu kitabı çok isteyerek okumuyordu. Salondaki kanepeye ayaklarımı uzatarak oturdum, oğluma da kitabı alıp yanıma gelip okumasını söyledim. Birlikte battaniyenin altına girip kitabı okumaya başladık. Gerçekten de çok eğlenceli bir kitap değildi ama biz şakalaşarak, kahkahalarla sıcacık battaniyenin altında kitabımızı okuduk. Tahminimizden çok daha fazla eğlendik.
O gün farkettim ki aslında içimdeki çocuğu uykuya yatırmışım ve çocuklarıma karşı bir süredir ciddi bir anne olmuşum. Şimdi yavaş yavaş bu çocuk uyanmaya başladı. İçimdeki çocuk ve yanımdaki iki harika çocukla birlikte artık Maşa ve Koca Ayı izleyip, halının üzerinde araba gezdirip, ciddi kitapları kahkalarla okuyup, yaşadığım hayatı başka bir boyuta taşıyorum. Artık daha az ciddiyet ve bol kahkaya yer açıyorum hayatımda. Çünkü çocuklarım büyüyor ve benimle oynayacakları sadece bir kaç yılları daha var. Bu yılları da kaçırmak istemiyorum.
En güzeli de oğlumun gelip bana, "sen çok komik ve eğlenceli bir annesin" demesi oldu. Bu motivasyonla elimden geldiğince çocuklarımı eğlendirmeye devam edeceğim.

14 Eylül 2017 Perşembe

Ergenlikte ne yapacağım?

6 yaşındaki kızım, biraz inatçı ve zor bir karaktere sahip. Ama bu okul döneminde biraz daha akıllı, uslu davranmaya başladı. Ancak bazen çok bilmiş bilmiş konuşabiliyor. Hatta bu konuşma şekli ve davranışları büyüdüğünde de devam ederse ne yapacağım diye sık sık tasalanıyordum.
Bizim oğlan da tam tersine, sakin bir çocuk. Damarına basılmadığı sürece sıkıntı yaratmaz.

Geçtiğimiz gün kızım okuldan geldi, söylediğim her şeye kızıyor, bağırıyor. Bir kaç defa uyardım, yine de bağırmaya devam etti. Bu sefer o bağırdıkça, benim de sesim yükselmeye başladı. En sonunda sen yorgunsun biraz deyip, sakinleştirmeye çalıştım. Aradan bir süre geçti, yine bağırmaya başladı bana.
Bu sefer artık yüzüm nasıl bir hal aldıysa bilmiyorum, yanımda geldi ve dedi ki " küşüsel algılama, çok yorgunum, onun için bağırıp duruyorum."
Şimdi güler misin ağlar mısın....

1 Eylül 2017 Cuma

Mutlu Bayramlar

Yurt dışında olmanın en zor yanlarından biri kendi bayram ve özel günlerinizin anlamınlarını yitirmesi maalesef. İki gün önce Zafer Bayramı'mızı kutladık, bugün de Kurban Bayramı ama tabiki burada kimseye bir anlam ifade etmeyen iki günden bahsediyoruz. Yurt dışında olunca haliyle, yaşadığınız ülkenin bayramlarına ve kutlamalarına katılıyorsunuz ama tabiki kendi kültürünüzden uzak olan bugünler, çoğu zaman sizin için bir şey ifade etmiyor. Örneğin noel kutlamaları burada ne kadar şenlikli, renkli ve ışıklı olsa da 25 Aralık günü aslında bize bir şey ifade etmemekte. 

İstanbul'da yaşarken en güzel bayramları, küçük bir site içinde olan evimizde kutlardık. Sanki eski bayramları yaşatırcasına bizden yaşça büyük komşularımızın kapısını çalar - ya da bahçesine atlar - bayramlarını kutlardık. Hatta Ege bir yaşlarındaydı, amcası ona kravatlı bir takım elbise almıştı. Bir bayram günü o takım elbiseyi giydirip komşu ziyaretleri yapmıştık. Hepimiz için unutulmaz anılar olmuştu bu günler. Bugün ise bizim için herhangi bir cuma gününden daha farklı değil. Sabah eşim işe, çocuklar okula gitti, ben günlük işlerimi hallettim. Sonuçta yine akşam olacak, aynı şekilde günümüz geçecek ve gidecek. 

Biraz önce büyüklerimi arayıp bayramlarını kutladım. En güzeli de tüm çocukları, torunları yanında olan halam ve eniştemle konuşmaktı. Yaşadıkları mutluluk yüzlerinden okunuyordu. Bayramın en güzel şekli de bu şekilde kutlananı herhalde.
Allah hepimize o günleri göstersin, çocuklarımızın büyüdüğünü, torunlarımızın olduğunu görelim. 

Bu vesileyle de hepimizin bayramı kutlu olsun. Türkiye'de de olsanız, yurtdışında da olsanız, bayram hissini yaşamak bile yeter. 
Sevgiyler.....

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Tatil bitti

Artık tatil bitti, biz de döndük kürkçü dükkanımıza. En son yazımda Hoşçakal Sezonu'ndan bahsetmiştim. Şimdi ise " Hoşgeldin Sezonu". Çocuklarımın okuluna bir çok yeni başlayan var. Yine her ülkeden onlarca, yeni çocuk geldi okullarına. Bizimkiler çok heyecanlı yeni okul döneminde. Umarım bu heyecanlarını kaybetmezler. Ben ise yine aynı rutine döndüm, sanki hiç tatile gitmemiş gibi. 
Bu tatil dönüşünde yine epostama Macaristan'a taşınma hakkında sorular içeren postalar gelmiş. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Bundan da çok keyif alıyorum. 
Ancak farkettiğim üzücü nokta ise, gittikçe bu maillerin sayısının artması. Ülkemizden ayrılmak isteyen kişilerin sayısı gün geçtikçe artmakta. Hatta tatilde, Türkiye'de konuştuğum kişiler de, güzelim ülkemizden ayrılmanın yollarını aramakta. Ülkemiz gerçekten çok güzel ama yaşaması, özellikle büyük şehirlerde, gittikçe zorlaşmaya başlamış. İnsanların birbirlerine sabırları kalmamış. Her geçen gün bu sabırsızlık da artmakta. Her sene gittiğimde biraz daha karışık, biraz daha kötü bir görüntüyle karşılaşıyorum. Karamsarlık artmakta. 
Umarım artık birileri buna son vermek için bir girişimde bulunur. Yoksa dönüşü olmayan bir yola girilmekte. 

16 Haziran 2017 Cuma

Hoşçakal sezonu / Farewell month

Yurt dışında expat olarak yaşamanın en zor yanı, çok sevdiğiniz insanlara hoşçakal demek. Genelde expat olarak gelen aileler, 2-3 yıl sonra yeni görev yerlerine gönderiliyorlar. İşte bu da hoşçakal deme zamanının geldiğini gösteriyor. Bu hoşçakallar genelde haziran ayında oluyor, tabiki de nedeni okulun son ayı olması.
Haziran ayı içerisinde o kadar çok hoşçakal partisi oluyor ki, hangi birine katılacağınızı, programınızı nasıl ayarlayacağınızı bilemiyorsunuz ama en zoru da tabiki de sevdiğiniz insanlara hoşçakal demek.
Biz büyükler için bu ne kadar zorsa, çocuklar için iki katı zor. Nasılsa başka arkadaşları var deyip, geçiştirilecek kadar kolay bir süreç değil. Geçen sene oğlumun çok sevdiği iki arkadaşı ayrıldı. Ege, hala o iki arkadaşını ne kadar çok sevdiğini anlatıp durur. Gerçekten de çok severdi ama nasılsa geçer ya da unutur deyip, üstünü kapatamıyorsunuz. İçlerinde bir yerde özlem kalıyor.
Bugün, ben de çok sevdiğim bir arkadaşıma hoşçakal dedim. Evet bu sık sık başımıza gelen bir durum ama yine de gözlerimizin yaşarmasına, keşke daha çok zaman geçirseydik dememize engel olmuyor.
Hele bir de okulda yapılan ayrılan çocuklara hoşçakal seremonisi var ki çok duygusal anların yaşandığı bir gösteri.
Geçen sene, yukarıda bahsettiğim iki çocuğun ve benim de annesiyle çok samimi olduğum başka bir çocuğun ayrılış seremonisini izlemeye gitmiştim. Hüngür hüngür ağlamaya başladım, yanımda oturan bir veli, bana eğildi ve siz de mi ayrılıyorsunuz diye sordu? :) Benim ayrılmadığımı bilen herkes gülmeye başladı. Evet ayrılmıyorsunuz belki ama en zoru kalan olmak, hoşçakal diyen olmak. Giden, yeni hayatının derdinde olduğu için farkında değil, ama kalan için işler daha zor.
Giden herkese iyi şanslar diliyorum.

Scroll down for English!!



Saying goodbye is the hardest thing in an expat life. Usually expat families have 2-3 years contract and after these years, they are assigned to their new locations. And June is the month of the farewells.
There are too many farewell parties and you should reschedule your agenda for these parties because you don't want to miss to last chance to say goodbye to your good friends. These days are tough for adults but are not as tough as for children. Even if they have too many friends in the school, they always remember their friends who left. They never stop missing their friends.

Today I also said goodbye one of my friend. We should get used to say goodbye but it doesn't work like that. It is always hard to say goodbye without tears.
Besides there is a leavers assembly in the school. This is the most emotional ceremony. Last year, Ege's friends and one of my best friend and her daughter were leaving and I went to watch this assembly. I started crying and one of the parent asked me that would I leave and everybody, who knew that I wouldn't, started laughing, because I was crying much more than the leavers. Unfortunately the hardest thing is to be the one who is saying goodbye. The leavers don't realize, since they are excited for their new journey, but it is so hard for the people who stay behind them.

Wishing you luck to all my leaving friends, you will be missed.

12 Haziran 2017 Pazartesi

Deniz kokusu

Geçtiğimiz hafta, pazartesi günün tatil olmasını fırsat bilerek, ufak bir seyahate çıktık. Macaristan küçük bir ülke olduğu için, komşu ülkeler arasında araçla seyahat de çok uzun sürmüyor. Biz de bu fırsattan yararlanıp, Slovenya'da ve İtalya'da birer gece kalabileceğimiz mini turumuza çıktık. Slovenya'da kaldığımız yer ile İtalya'nın Trieste kentinin arası sadece yarım saatlik bir mesafe. Slovenya'da güzel bir gün geçirdikten sonra, ertesi gün İtalya'ya gittik. Akşam üstü Trieste şehrine vardığımızda deniz kenarına doğru yürüyüşe çıktık. Ada, yürüken bir ara şöyle dedi: "Anne denize çok yaklaştık, kokusunu alıyorum." O bahsettiği kokuyu ben de alabiliyordum ve hatta o kokuya yaklaştıkça içimdeki çocuk, zıp zıp zıplıyordu. Çünkü o koku çocukluğumun kokusuydu, o koku gençliğimin kokusuydu, o koku beni çok mutlu eden bir kokuydu. Farkına vardım ki, çocuklarım da o kokuyu hissediyorlar ve mutlu oluyorlardı. Bu yüzden isimlerini denizden aldılar, bu yüzden onlar Ege ve Ada. Bazı arkadaşlarım, denizin olmadığı yerde yaşayamayacaklarını söylerlerdi, bazen ben de onlar gibi düşünürdüm. Ama Budapeşte'ye geldiğim zaman nehrin de manzarasının harika olduğunu farkettim. Ama bu zamana kadar sürekli eksikliğini hissettiğim ama bir türlü adını koyamadığım şeyi işte o gün anladım. Deniz kokusu. Benim ihtiyacım olan tam olarak bu. Yaz tatili geliyor, artık deniz kokusunu bol bol içime çekip, depolama zamanı.

7 Haziran 2017 Çarşamba

Yurt dışında kalmak mı, yurduna dönmek mi?

Öyle zamanlar geliyorki, gerçekten de Türkiye'deki eskiden yaşadığım, kargaşasıyla, trafiğiyle, sıkıntısıyla ama yine de kendi dilimde ve kültürümde yaşadığım, hayatı özlüyorum. Hatta bazen, artık burası yeter geri döenlim diyorum içimden.
Zaman zaman çocuklarımın kulaklarına da kar suyu kaçırıyorum, böyle bir duruma hazırlıklı olmaları için. Oğlumun, iyi kötü bir fikri olsa da, kızımın Türkiye'de yaşamak hakkında hiç bir fikri yok. 
Aslına bakarsanız galiba artık benim de Türkiye'de yaşama konusunda çok fikrim yok. 
Türkiye'ye sadece yazları gelip, deniz havası alıp, balık yemek keyifli tabiki. Ama bir de madalyonun öbür yüzü var. 
Güzel ülkemde olan biteni uzaktan takip ederken, aslına bakarsanız daha net bazı durumları görebiliyorsunuz. Özellikle de yabancı insanların, Türkiye hakkında değişen algılarını.
Macaristan'a geldiğim ilk yıllarda, İstanbul'un yakın olması nedeniyle de, burada yaşayan bir çok arkadaşım, uzun haftasonları için İstanbul'a giderler, giderlerken de bana danışırlardı, nerede yenir, nereye gidilir diye. Şimdi bırakın gitmeyi, uçak transferlerini bile Türkiye üzerinden yapmamaya çalışıyorlar.
Biz buraya taşındığımızda "ne zaman döneceksiniz, hadi gelin" diyenler, artık "sakın gelmeyin" demeye başladılar.
Neden bu hale geldi benim cennet ülkem? Nasıl olur da bir ülke 5 sene içerisinde -tabi öncesi de var- turist cennetinden, korkulan bir terör cennetine dönüştü.
Tabi sadece terör de değil. Bir çok başka nedenleri de var bu korkuların. Ama ülkemizin geldiği son durum maalesef iç açıcı değil.
Bizim güzel ülkemizin çocukları neden mutlu olamasın, neden okula hayata hazırlanmak için gitmesin (sadece ezberleyip, sınavda başarılı olmak için değil), parklarda, bahçelerde neden özgürce oynayamasın?
Güzel halkımız, neden kendi ve çocuklarının geleceğinden endişe duyarak yaşamak zorunda kalsın?
İstediğimiz sadece özgürce ve huzurlu bir şekilde kendi ülkemizde yaşamak ve mutlu olmak.
Çok şey mi istiyoruz?

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Mörfi

Murphy Kanunu'nu bilir misiniz? Murphy ağabeyimiz şöyle buyurmuş:
"Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir." 
Şimdi buradan yola çıkarak, sık sık bu arkadaşı andığımı söylemek istiyorum.

Size de olur mu bilmiyorum ama ters bir şey olacaksa, genelde eşim seyahatteyken oluyor.
Misal, bir seyahatinde, Ege çok hastalandı, gece yarısı acile götürmek zorunda kaldım. Tabi bir de Ada'nın da olduğunu düşünecek olursak, tam bir kabustu.
Bir başka seyahatinde, ben çok hastalandım. Bu sefer arabayla gelebileceği mesafedeydi (3 saat kadar uzaklıkta) ve hemen geldi. Bu hastalıklar genellikle sinsice kenarda bekliyorlar, tam eşim seyahate çıkıyor, hemen başlıyorlar pat pat ortaya çıkmaya. Sinsice size saldıran bir aslan gibi :)

Bu seferki seyahatinde de es geçmedik :) Yine hastalık buldu bizi, bu sefer sağ baştan başla dercesine önce Ada, sonra ben ve Ege şeklinde devam ettik. Tabi Allah beterinden korusun, bunlar büyük dertler değil ama yine de tek başınıza olunca sıkıntı yaratıyor.

Dün gece ateşler içerisinde yanarken, Ege kendi sıkıntısıyla geldi. Ona hemen sabah için doktor randevusu ayarladım ama bir yandan da düşünüyorum ya ben iyileşemezsem kim götürecek diye. Hemen bir arkadaşımdan yardım istedim sabah için, sağolsun beni kırmadı. Ama annelik çok garip bir duygu, bu sefer kafamda kurmaya başladım. Ya doktor detaylı bilgi isterse, ya tahlil yapılması gerekirse, ya öyleyse ya böyleyse.... Ne oldu, tabi sabahı sabah ettim. Zaten ateşin verdiği sıkıntı, bir de üstüne ya iyileşemezsem stresi, ballı lokma tatlısı oldu bana. Ama sabah korkudan olsa gerek, turp gibi kalktım :)
Ege'yi doktora da götürdüm, okula da. Kendime de zaman ayırdım. Şimdi daha iyiyim. Demekki neymiş, azıcık adrenalinin kimseye zararı olmuyor, hatta faydası oluyormuş. Ne ateş kaldı, ne hastalık.


17 Mayıs 2017 Çarşamba

Konaklamalı okul gezisi macerası

Ege, şu anda 7,5 yaşında. Bu sene ikinci kez konaklamalı okul gezisine gidiyor. Okul, 6 yaş yani 2. sınıftan itibaren zorunlu okul gezileri düzenliyor. Zorunlu derken, örneğin tüm 2. sınıfların katılması bekleniyor. Çünkü gezi varsa sınıf öğretmenleri de katılıyor ve ders işlenmiyor. Katılmayan çocuklar da o süre boyunca evde kalıyorlar. Bu gezilerin amacı, çocuklara küçük yaşlardan başlayarak, kendi başlarının çaresine bakmalarını öğretmek, daha güzel bir Türkçeyle söylemek gerekirse, özgüven kazandırmak.
Geçen sene gittiği gezi sadece bir gece konaklamalıydı, bu sene 2 gece. Her sene bir gün daha arttırılıyor konaklama süreleri. 
Çocuklar, bu gezilerden gerçekten de çok keyif alıyorlar ve özgüvenleri artmış olarak dönüyorlar. Ayrıca başlarına gelen sorunları da çözmeyi öğreniyorlar. 
Geçen sene mesela, Ege, duşa girmiş akşam yatmadan önce ama duşun suyu soğukmuş, bir türlü ısınmamış. Oda arkadaşıyla birlikte kalkıp, öğretmenlerinin odasını bulmuşlar ve havlulara sarılı bir şekilde dertlerini anlatıp, öğretmenlerinin odasında yıkanmışlar. :)
Bu sene, Ege geçen senekinden de heyecanlıydı. Dün akşam bavulunu hazırladı, sabah giyeceği kıyafetleri koltuğa koydu ve huzurla uyudu. Ama sabah 05:00 itibarıyla uyanmış ve giyinmişti. Benim gibi uykuya düşkün bir anneye işkence gibiydi. Gidip yatmasını söyledim ama "ben giyindim artık, bir daha yatmam, okula gideceğim" diye tutturdu. Tabi ben kalkana kadar beni beklemesi gerekti. Okula gittiğimizde mutluluktan gözü hiç bir şey görmüyordu. Keyfi çok yerindeydi. 
Şimdi bunu niye mi anlatıyorum, sevgili annelere bir şey anlatmaya çalışıyorum aslında. Çocuklarınızı azıcık özgür bırakın. Hepimiz onlar için endişeleniyoruz ama kendi başlarına bir şeyler yapmak onları çok mutlu ediyor.
Yeğenimin okulu, bu sene ortaokulları Cern gezisine, Avrupa'ya götürmek istedi. Gerekli olan çocuk sayısı yanlış hatırlamıyorsam 10'du. Ne kadar çocuk katılırsa gezinin maliyeti de o kadar azalacaktı. Ama maddi yanından ziyade, aileler çocukları küçük olduğu için göndermek istemediler. Sonuçta gezi iptal edildi. Bir çok aile, çocuğum daha çok küçük, kendi başının çaresine bakamaz deyip göndermedi. Aynı okul, Ankara'ya da gezi düzenledi. Yeğenimin sınıfından sadece 5 çocuk gitti. Hadi ama anne babalar, biraz güvenin çocuklarınıza, azıcık inanın yapabileceklerine. İnanın bana, bir günlük gezi bile onlara çok şey kazandırıyor. Hadi artık şu çocukları özgür bırakın. Gelecek özgür bireylerle daha güzel olacak, çocuklarımız bunu hakediyor.

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Zaman akıyor

Zaman çok hızlı akıp gidiyor, bunu anlamak da günlük hayatımızın rutininde pek mümkün olmuyor. Bugün zaman konusuna takılıp kaldım, çünkü kızımın bugün doğum günü. Tam 6 yıl önce bugün dünyaya geldi. Halbuki daha dün gibi onu kucağıma alışım. Hala inanamıyorum büyüdüğüne ve artık küçük bir çocuk olmadığına. Aslında ufaklıklarını o kadar çok özlüyorum ki. Şimdi tekrar minik, 3 yaşlarında çocuk olsalar. Onları öpsem, koklasam, oyun oynasam. Tabiki şimdi de aynı şeyi yapabilirim ama eskiye özlem hiç bitmiyor. Eminim daha da büyüdüklerinde bu sefer 6 yaşlarını özleyeceğim. Aynı şeyleri şu an için söyleyeceğim. Ama hani çocuklarımız küçükken ve biz onlarla bazen başedemez ve yorulurken, bazı kimseler bize derdi ya, büyüyünce her şey daha kolay olacak diye. Yok öyle bir şey. Büyüdükçe işler zorlaşıyor. Çocuklarımızın bizden beklentisi, bizim de çocuklarımızdan beklentilerimiz artıyor. Beklentiler arttıkça, hayal kırıklıkları yaşanmaya başlıyor. Bu hayal kırıklıkları bazen kalp kırığına dönüşebiliyor. Kalpleri kırmamak için uğraşmak da aslında oldukça yorucu. Ama bu zorluklar ve yorgunluklar, çocuklar tamamen büyüyüp evden uzaklaşınca, özleme dönüşüyor. O yüzden yaşadığımız anın tadını çıkarıp, çocuklarımız izin verdiğince onları öpüp, koklayalım. Şimdi kızım 6 oldu, oğlum da ağustosta 8 olacak. Yıllar geçtikçe bu rakamlar yerlerini çift haneli rakamlara bırakacak. İşte o zaman onlar kendi hayatlarını yaşamaya başlayacaklar. O zamana kadar çocukluklarının tadını çıkaralım.

3 Nisan 2017 Pazartesi

İyiki kardeşim var

Bunu diyen, Ege. Her dakika birbirini yiyen ama bir arada olmadıklarında da çok sıkılan iki çocuğum var. Aslına bakarsanız birden çok çocuklu ailelerin hemen hepsi bu tanıma uyuyor.
Kardeşler birbirlerini kıskanmak için var galiba bu dünyada. Ama bir o kadar da birbirlerinden ayrı kalamıyorlar. 
Bir gün bizi ziyarete gelen çok sevdiğimiz arkadaşlarımız, Ege'ye, Ada'yı bir süreliğine yanlarına alıp alamayacaklarını sordular. Ege ilk başta izin verirmiş gibi göründüyse de hemen arkasından "hayır kardeşimi alamazsınız" diyerek tepki gösterdi. Gün içerisinde binlerce kez kavga edip birbirini ağlatan, olmasaydın ben çok mutlu olurdum diye birbirine bağıran çocuklarım, ayrı kalmayı kesinlikle kabul etmiyorlar.
Buralara bahar geldi, hafta sonu çocukları alıp pikniğe gittik. Ama piknikte Ege'nin pantalonu ıslanınca Ada ile parkta oyun oynamak istemedi. Bir süre sonra Ada sızlanarak yanımıza geldi, "Ege olmadan oynamak hiç eğlenceli değil". Bir de baktım ki aslında sadece biri değil, ikisi de birbiri olmadan hiç bir şey yapmak istemiyorlar. 
Hatta Ada, Ege ile aynı okula başladığında, Ege'nin "Ada olmadan okuldan gitmem" deyip, okul servislerini kaldırmamışlığı vardır. Şöyleki o gün Ada'nın ilk günü olduğu için okul yarım gündü ama Ege için tam gündü. Tabi Ada'nın öğlen benimle eve geldiğini bilmeyen Ege, okul servislerini ve kendi öğretmenlerini ayağa kaldırarak, tüm okulda Ada'yı aramış en sonunda akıl edip bana telefon açmışlardı.

Tek çocuk sahibi olmakla çok çocuk sahibi olmak arasında dağlarca fark var. Zorlukları logaritmik olarak artıyor. Ama birbirlerine olan ilgilerini gördüğünüzde bütün bu zorluklara değdiğini anlıyorsunuz. Umarım büyüdüklerinde de hep birbirlerine destek olurlar. 

23 Mart 2017 Perşembe

Kendini oldugun gibi kabul et

Ben, bir anne olarak daha iyisini yapmaya çalışıp, başaramadığımda mutsuz oluyorum. Ama öyle böyle değil, kendimi yiyip bitiriyorum. Değiştirmeye çalıştığım sevmediğim yaklaşımları değiştiremediğimde de ise artık uykularım kaçıyor ve bu sefer birer psikopat mı yetiştiriyorum diye düşünüp daha da üzülüyorum. Sonra ne oluyor, tabiki kısır döngüye giriyorum.
Geçtiğimiz günlerde bir sohbet sırasında arkadaşım, nasıl bir anne olduğumu sordu. Ben de mükemmel anne olmadığımı ve bir çok özelliğimi sevmediğimi söyledim. Onun cevabı ise "sen çocukların için en mükemmel annesin" oldu. Her anne, kendi çocuklarının en mükemmel annesidir, öyle değil mi. Hiç birimiz kusursuz değiliz. Ama çocuklarımızın tek annesiyiz.
Şimdi buradan bir blogcu arkadaşın adresini paylaşıyorum ve onun talebi üzerine neleri iyi yaptığımı yazacağım ki artık kendimi yetersiz anne olarak hissetmekten kurtulayım.
https://kahveicermiyiz.blogspot.hu
Bir anne olarak çocuklarıma verdiğim en büyük ve güzel özellik merhamet. İki çocuğım da çok merhametli çocuklar. Özellikle Ege, sokakta fakir birini görse hemen eve almaya kalkacak kadar merhametli. Bir diğer iyi yapabildiğim ve öğretebildiğim şey ise sevgi, sadece insanları değil, doğayı, hayvanları ve çevreyi. Bugün odalarında bir karınca buldum, onu öldürmemem için yalvardılar. Besleyip, büyüteceklermiş karıncayı 😂. Artık ev hayvanı olarak karıncamız var :)
Başka iyi yaptığım şey ise bebekliklerinde onlara kendi başlarına uyumayı öğretmek oldu. Bu konuda  zorlanan çok aile tanıyorum. Ne kadar zor olduğunu biliyorum ama bunu çocuklarım daha yeni doğmuş bebeklerken başarabildiğim için kendimi takdir ediyorum. Tabi bunda çocuklarımın payı da var. Beni pek zorlamadılar.
Bir diğer başarılı olduğum konu ise çocuklarımın bana iyi veya kötü okulda yaptıkları her şeyi anlatacak kadar güvenmelerini sağlamak. Genelde çocuklar kötü bir şey yaptılarsa bunu ailelerinden gizlerler ama bu konuda benim içim rahat, ne kadar büyük olursa olsun, kötü bir olay yaşadılarsa ve sebebi kendileriyse bunu benimle paylaşıyorlar; böylece okuldan, öğretmenden ya da başka birinden duyup, üzülmüyorum.
Şimdi tekrar düşünüyorum da arkadaşım çok haklı, her anne kendi çocuğu için mükemmeldir.
Buradan arkadaşıma ve blogger kahveiçermiyiz.blogspot.com'a sevgilerimi iletiyorum.

15 Mart 2017 Çarşamba

Yaramaz çocuğa öğretmen nasıl yaklaşır

Ege, bu sene 3. sınıfa gidiyor. Sınıfın yaş olarak en küçüğü. Küçük olmak zaman zaman sıkıntı yaratsa da, genel olarak kendince iyi yönetiyor. 
Okulda prensip olarak her sene öğretmen değişiyor ve öğrenciler de değişiyor. Şöyleki bütün sınıfları karıştırıp tekrar grupluyorlar. Yani genelde en yakın arkadaşları dışında bir önceki sınıfından fazla arkadaşı olmuyor, her sene yeni sınıf arkadaşları ve yeni bir öğretmeni olmuş oluyor. Bunun iyi yönleri de var, kötü yönleri de ama bunu fazla tartışmayacağım, çünkü şimdilik anlatmak istediğim bu değil. 
Bu sene Ege'nin yeni sınıf  arkadaşlarının arasında biraz sıkıntı yaratan bir çocuk vardı. Hatta geçtiğimiz yıldan namı bana da ulaşmıştı. Ancak her zaman yaramaz olan, sıkıntı yaratan çocuklar hayatımızda olur, o çocuk bizim çocuğımuz da olabilir. O yüzden büyük bir problem değildi benim için. Ancak zaman zaman Ege bana şikayetle geliyordu. Beni itti, düştüm, bana şöyle yaptı, şuna böyle yaptı gibi... Genelde de cevabım, ona bu yaptığının yanlış olduğunu söylemen, gerekirse de onunla arkadaş olmayacağını açıkça belirtmen oluyordu.
Bu konuyu fazla büyütmedim. Bir gün yine okuldan geldiğinde, yine aynı çocuktan şikayetler olduğunu öğretmenin onu tahtaya kaldırdığını söyledi. İşte bundan sonrası çok enteresan geldi bana. Ege'ye sordum, öğretmeniniz ne yaptı, kızdı mı, ceza mı verdi, noldu diye?
Öğretmen kızmak yerine çocuğun yanına gidip oturmuş, tüm sınıfa dönmüş ve demişki: "Arkadaşınız, sizi zaman zaman rahatsız ediyor olabilir, yanlış hareketlerde bulunuyor olabilir. Ama amacı size zarar vermek değil, tek istediği sizinle arkadaş olmak. Sadece yanlış yöntemi seçiyor arkadaş olmak için. Sizden istediğim, arkadaşınıza bir şans verin ve onunla oyun oynayın." 
Bu olay olduğunda ekim ayı civarıydı. Ben öğretmenin tutumunu çok yapıcı bulmuştum ve kendimden utanmıştım, oğluma onunla arkadaş olmama seçeneği sunduğum için. Ama öğretmeni hem o çocuğa hem de tüm sınıfa yol gösterici olmuştu. Şimdilerde artık bu öğrencinin arkadaşları arasında o kadar sıkıntı yaratmadığını duyuyorum. Bu gelişmede öğretmeninin çok büyük etkisi var. Her öğrenciye, ışık tutan bir öğretmen denk gelmesi dileğiyle....

Sık seyahat eden baba

Buraya taşındığımız günden beri eşim çok sık Türkiye'ye seyahat ediyor. Aslında son zamanlarda bu sıklık azalmakla birlikte yine de belirli periyodlarda hala gidip geliyor. Çocuklarım da bu tempoya bir şekilde ayak uydurdular. İlk geldiğimizde özellikle oğlum sıkıntılı bir dönem geçirmişti, babasının yokluğundan dolayı. Tabi ben kendimden örnek verecek olursam, çıldırmak üzereydim. Eşim madem sürekli Türkiye'ye gelecekti ben neden Macaristan'a taşındım. Aklımda sürekli deli sorular vardı. Ama nedeni çok açıktı, Türkiye'de kendimiz için mutlu bir gelecek görememiştik ve bu iş fırsatı tam da o anda karşımıza çıkmıştı. Çok mutlu olmuştuk, tam zamanında olmak istediğimiz yere gelmiştik. Ama işte eşim yoktu bu sefer de. Hep seyahatte, hep seyahatte. Maalesef Murphy kuralına uygun bir şekilde de hep terslikler eşim olmadığı zamanda olurdu. Ya çocuklardan biri hastalanır ya ben hastalanırım. İllaki bir terslik olurdu. Ama zamanla bu tempoya alıştığımızı düşünüyordum. Ta ki bugün kadar. Bugün Macaristan'da resmi tatil, tüm aile çok güzel bir gün geçirelim dedik. Çok yakınımızdaki Margit Ada'sına gittik, kızım ilk defa yeni bisikletini sürdü, oğlumla babası futbol oynadı. Harika bir öğlen yemeği yedik, her şey çok güzeldi. Akşam ise eşimin yine Türkiye'ye gitmesi gerekliydi. İşte kriz o anda çıktı. Eşim, kızıma, her babanın kızına olduğu gibi aşıktır, kızım ise kendine has bir çocuk, ne babasına, ne de bana pek yüz vermez. Vıcık vıcık öpmeleri, sevmeleri istemez. Sarılmalar, koklaşmalar ona göre değildir, daha mesafelidir. Bugün ise tam tersi oldu. Babasının İstanbul'a gideceğini öğrenince saatler öncesinden ağlamaya başladı, ama ne ağlamak bir türlü susmak bilmedi. Babasının kucağından inmedi, gitmesine izin vermedi. Ege ise Ada'nın bu kadar üzüldüğünü görünce ona televizyon açmaya karar verdi. "Senin istediğin bir çizgi film izleyelim, sen yeterki ağlama" dedi. Ancak televizyon bile yetmedi ağlamalarını dindirmeye. İlk defa eşim, bu kadar hüzünlü bir şekilde iş seyahatine çıktı. Çocukların ne zaman, ne tepki verecekleri hiç belli olmuyor, her zaman süprizlerle dolular.

31 Ocak 2017 Salı

Tuna'dan geçen buz kütleleri

Bu sene olağanüstü bir kış geçirdiğimizi düşünüyorum. Ben İzmir'liyim ve İzmir'e bile kar yağdı artık ölsem de gam yemem. Aman aman ölmeyeyim yine de....
Ama ya Budapeşte'de neler oluyor? Hayatımda hiç buz kütleleri görmemiştim suyun üzerinde giden ama onu da görmek nasip oldu. 3 hafta önce hani şu İstanbul'u felç eden karın yağdığı hafta var ya, işte tam o hafta Budapeşte -20 dereceyi gördü. O gün dışarı çıkıp da Tuna nehri kenarına inecek cesur insanlar oldu ve çeşitli resimler gönderdiler ve resimlerde görünen nehirin üzerinde yüzn kocaman buz dağlarıydı. Ben bir İzmirli olarak dışarı çıkıp resim çekmek için çok daha sonrasını bekledim. Böylede havanın 0 derecelere daha yakın olduğu ve kar yağan bir günde çektim resmimi. Ama o kadar kabiliyetsizimki fotoğraf çekmekte, korkunç bir resim oldu. Ama yine de resmi koyuyorum bloğuma. Fikir verir en azından :)
Aradan 3 hafta geçti ve ne oldu derseniz hava hala sıfırın altında ve nehirimiz hala buz dağlarıyla dolu. Bundan 4 küsur sene önce buraya geldiğimde bana bir önceki yılın çok soğuk geçtiğini söylemişlerdi. Bir kere kar yağmış ve bir daha erimemiş. İşte bu sene de öyle bir sene. Bir kere kar yağdı ve hala her yer, dün yağmışçasına karlı ve buzlu. Benim ilk taşındığım geldiğim yıl da yine Budapeşte 40 yılın en fazla yağan karına maruz kalmıştı. Eğer aynı istatistikle gidersek, seneye müthiş bir kar yağışı bekliyorum.




11 Ocak 2017 Çarşamba

Budapeşte'de sağlık sistemi ve hastaneler

Bugün bir okuyucumdan aldığım mail üzerine bu konuda yazmadığımı farkettim.
Aslında yeni bir ülkeye taşınırken en önemli konulardan bir tanesi sağlık sorunlarımızı nasıl çözeceğimiz. 
Biz gelirken, ben özel sağlık sigortamız olması konusunda çok nettim, sigorta olmadan İstanbul'dan dışarı adım atmam diyordum. Oysaki eşimin şirketi, bu isteğime şaşırmıştı. Nedeni ise maalesef Budapeşte'de özel hastane olmayışı.
Budapeşte'de sağlık sistemi, Avrupa'nın batı ülkelerine göre biraz geri kalmış durumda. Macaristan'da özel hastane yok, daha doğrusu bir tane vardı ancak o da iflas etti. Ancak sanmayın ki bunun nedeni devlet hastaneleri çok iyi, bunun nedeni Macaristan'da özel sağlık sigortası kavramının olmaması. Özel sağlık sigortasını genel olarak yabancılar kullanıyorlar, yerel halk ise devlet hastanelerine gidiyor. 
Peki özel hastane yoksa nerede kullanacağız bu sigortayı diye soruyor olabilirsiniz. Özel hastaneler yerine özel klinikler var ve normal mesai saatlerinde hizmet veriyorlar. Yani cumartesi öğlene kadar açık ve pazar günü kapalı, hafta içi günlerde ise sabah 08:00 akşam 20:00 gibi bir mesaiyle çalışıyorlar. Buralarda görev yapan doktorların büyük çoğunluğu İngilizce konuşabiliyor. Yani bu durumda Macarca bilmemek ayağınıza bağ olmuyor.
Ancak acil bir durum olduğunda ne yapmalı? İşte sıkıntı burada oluyor.
Yapılacak en iyi yöntem, yaşadığınız bölgeye bağlı devlet hastanesine gitmek. Gece, acil bölümlerinde, genellikle bizim ülkemizdeki gibi sıralar olmuyor. Her hastalığın ayrı binası, her binanın da ayrı acili var. Yani çocuğunuz hastaysa, pediatri binasına gitmelisiniz. Sizinle ilgilenen hekimler de pratisyen değil, nöbetçi ve uzman hekimler.
Buraya kadar pek sorun yok gibi görünse de, sorun şurada başlıyor; doktorlar, İngilizce bilmeyebiliyor. Hadi şanslısınız İngilizce bilenine denk geldiniz, o zaman şimdi size hastanelerin genel koşullarını anlatayım.

Bir kere hastaneler, 2. Dünya Savaşı filmi çekmek için harika setler olabilirler. Gerçekten çok eski ve yıpranmış durumdalar ve maalesef hastane ekipmanları için daha iyi şeyler söyleyemeyeceğim. Tuvalet gibi ihtiyaçlarınız için tuvalet kağıdı ve sabunu siz getirmelisiniz. Yatan hasta için bile bu zaruri ihtiyaçlar hastane tarafından karşılanmamakta.
Zaman zaman duyduğum ama şahit olmadığım şey ise, yine özellikle yatan hasta için, hemşirelere açıktan para vererek daha iyi hizmet alabilirmişsiniz. 
Ancak, benim tecrübelerime göre doktorlar gerçekten ilgili ve yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Tabi şöyle bir seçenek de var, durumunuz acil olabilir ve illa özel hastaneye gitmek istiyor olabilirsiniz ve mesai saati dışında olabilir. O zaman var olan bir kaç özel klinikten birini gitmeden önce telefonla arayıp, durumunuzu belirtirseniz onlar sizi yönlendirebilir. Cerrahi müdahale gerekmeyen durumda doktor kliniğe gelip sizi muayene edebilir.
Hatta bir ameliyathanesi olan klinik de var, sizin durumunuz o klinikte tedavi edilecek durumdaysa, oraya sevk edilebilirsiniz. Merak edenler için buranın adı Dr.Rose. Ancak, yine gitmeden mutlaka telefon etmelisiniz. Yoksa sizinle ilgilenecek bir doktor olmayacaktır.
Bir de şöyle bir durum var, Budapeşte'ye geldiğimde benim çok dikkatimi çekmişti, ambulans sesleri çok fazla. Eğer acile ambulansla giderseniz önceliğiniz var. Bir de durumunuz spesifik bir kliniğe gitmeyi gerektiriyor olabilir ve o anda sizin bağlı olduğunuz hastanede o bölümün doktoru olmayabilir. Bunu siz bilemeyeceğiniz için en iyisi ambulansı aramak. Tabi burada da Macarca bilmemek bir diğer sıkıntı.
Sizinle başımdan geçen olayı paylaşayım. Kızım, okulda bir kaza geçirdi, cuma günü ve saat 3 civarında özel kliniğe götürdüm. Kızımın yüzüne tahtrevalli çarpmış. Yüzü gözü morarmış ve şişmişti. Çocuk travmatolojisine gitmesi gerekiyordu. Klinikte bu bölüm yoktu ve hemşireler hastaneleri aramaya başladılar. Bağlı olduğumuz hastanede o gün çocuk travmatolojisi uzmanı yokmuş. Bir saatlik telefon trafiğinden sonra evimizden epey uzakta olan bir hastaneye gönderildik ve acil durum olmasına rağmen kontrol hastalarıyla beraber yaklaşık 2 saat sıra bekledik. İşte, bu kötü tecrübeden sonra öğrendik ki böyle bir durumda mutlaka ambulansla hastaneye ulaşmalıymışız.
Budapeşte'de sağlık sistemi sıkıntılı ama yine de güzel bir şehir. Umarım bu konuda da geliştirecekler kendilerini.
Sağlıklı günler.

4 Ocak 2017 Çarşamba

Rahat bırakın çocukları

Bir kaç gün önce www.blogcuanne.com adresinde bizimle tecrübelerini paylaşan Blogcu Anne'nin bir yazısını okudum. Yazısında başkalarının çocuklarına karışan "tecrübeli" annelerin, teyzelerin tutumlarını ve anneler üzerindeki baskıyı çok güzel anlatmış.
İnanın bu baskı bütün annelerin üzerinde var. Ege, Budapeşte'de okula başladığında daha 3 yaşındaydı. Daha önce Türkiye'de anaokuluna gitmişti. İyi kötü okullar hakkında fikrim vardı ya da ben öyle olduğunu sanıyordum. Türkiye'deki kreşe giderken pijaması, diş fırçası, yedek tonlarca kıyafeti vardı. Hiç bir zaman üstü kirli, ıslak vs. gelmedi eve.
Budapeşte'de okul kaydını yaptırdıktan sonra, Ege'yi okula götürdüm ki bir aşinalığı olsun istedim. Sınıfa girerken ayakkabılarımı çıkarmak istedim, öğretmenler bana uzaylı gibi baktı, öğle uykusu için pijama gerekip gerekmediğini sorduğumda okul formasıyla uyuyacak zaten çok rahat kıyafetleri var cevabını verdiler. Peki diş fırçası dedim, çok fazla karışıklık oluyor tuvalette, o yüzden kullanmıyoruz dediler. Şunu açıklamalıyım, okulu ben daha önce ziyaret etmemiştim. Eşim gelip kaydını yaptırıp, geri dönmüştü. Yani bu detayları bilmiyorduk. Her neyse zaten geri dönüş yoktu.
Ege, okula başladığında Ocak ayıydı ve oldukça soğuk bir dönemdi. Sürekli kar yağıyordu. Ege, okuldan zaman zaman üstü ıslanmış geliyordu. Hatta bazen çorapları dahi ıslak oluyordu. Hatta bir gün üzeri tamamen puding lekesi olmuştu ve o gün, o kirli t-shirtle uyumuştu. Bunlar olurken ben deliriyordum. Nasıl olur da bu kadar ilgisiz olurlar diye.
Bu arada kızım da sık sık hasta oluyordu. Bana onu sürekli dışarı çıkarmamı söylüyorlardı. Ama dışarısı -7 derdeyken nasıl çıkarayım, zaten hasta diye düşünüyordum. Sonra farkettim ki herkes çocuğunu dışarıda uyutuyordu. Hatta balkonda öğle uykusuna yatıran vardı.
Gel zaman, git zaman bahar geldi. Bir gün bir arkadaşımla bir pastaneye gittik. Bahçesinde otururken ayaklarımın altında gezen bir şey hissettim. Kedi zannettim, eğilip baktığımda ayağımın altında bir bebek olduğunu gördüm. Evet, evet bildiğiniz bebek masanın altında emekliyordu. Annesiyle göz göze geldik, bana gülümsedi. Bahçenin her yeri çakıl taşlıydı ve benim aklım çıkıyordu bebek ağzına taş atacak diye ama annesi gayet sakin gözüküyordu.
Özetle, ne Ege hasta oldu üzerine titrenmediği için -aksine kendi sorumluluğunu almayı ve üstünü değiştirmeyi öğrendi- ne kızım daha çok hastalandı sıfırın altında soğukta uyuduğu için, ne de o bebek çakıl taşı yuttu.
Biraz sakin eyy "tecrübeli"anneler. Merak etmeyin çocuklara bir şey olmuyor, yeterki azıcık anneleri rahat bırakın.
Sevgiler

3 Ocak 2017 Salı

Yeni yıl

Bu yazıyı 1 Ocak günü yazmayı düşünmüştüm hatta çok güzel düşüncelerle başlayacaktım yazıma. Ta ki eşim yanıma gelip bana Reina faciasından bahsedene kadar. Elime hemen ipad'i alıp haberlere bakmaya başladım. Ege de yanıma gelip ne okuduğuma baktı ve "neden herkesin elinde silah var" diye sordu. Nasıl açıklayabilirim ki 7 yaşında bir çocuğa eğlendikleri için insanların öldürüldüklerini. Ama maalesef olan bu. Ne acıdır ki artık ülkemizde eğlendikleri için, maç izlemeye gittikleri için, otobüs bekledikleri için ölen insanlar var. Bu ülke, maalesef 4 sene önce ayrıldığım ülke değil artık. İnsanların birbirine daha da tahammülsüz olduğu, sabrın bittiği, empatinin zaten hiç olmadığı bir Ortadoğu ülkesi olmak üzere.
Budapeşte'ye ilk geldiğim yıllarda, İstanbul tatil için oldukça popüler bir şehirdi. Budapeşte'ye uçakla sadece 2 saat kadar uzaklıkta olduğu için buradaki bir çok arkadaşım hafta sonlarını ya da tatillerini geçirmek için İstanbul'a giderlerdi. Bana da gezilecek yerleri sorarlardı. Aynı bilgiyi paylaşmaktan çok yorulduğum için bir tane format hazırlamıştım ve her İstanbul'a gidecek olan arkadaşıma o formatı gönderiyordum. İstanbul'a giden herkes büyülenmiş olarak dönüyordu. 
Maalesef şimdi ne giden var, ne de soran. Pardon soran var ama şöyle; diplomat bir arkadaşın görev yerinin İstanbul olma durumu var ve çok tedirgin. Bana bir ay önce ne yapmamı önerirsin dediğinde, onun diplomat olduğunu ve daha güvenli bir ortamda yaşayacağı için endişelenmemesini söylemiştim. Şimdi tekrar sorsa cevabım tamamen farklı olur. 
Bir yandan ülkemin özlemini çekerken bir yandan da orada olmadığım için mutlu olduğum bir ikilemi yaşıyorum. 
Şimdi yeni yılınız kutlu olsun demek istiyorum ama nasıl denir bilmiyorum. 
Sadece güvenli ve huzurlu bir yıl olmasını ve bu olayın son olmasını diliyorum. Ülkeme artık barış diliyorum.